Yargıtay Uygulamasında Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Borçların İfası & Borçların İfa Edilmemesinin Sonuçları & Borç İlişkilerinin Üçüncü Kişilere Etkisi

Stok Kodu:
9786256338227
Boyut:
160-235-
Sayfa Sayısı:
474
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2024-05-09
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
1.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%8 indirimli
715,00TL
657,80TL
Havale/EFT ile: 644,64TL
9786256338227
697232
Yargıtay Uygulamasında Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Borçların İfası & Borçların İfa Edilmemesinin Sonuçları & Borç İlişkilerinin Üçüncü Kişilere Etkisi
Yargıtay Uygulamasında Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Borçların İfası & Borçların İfa Edilmemesinin Sonuçları & Borç İlişkilerinin Üçüncü Kişilere Etkisi
657.80
Bu çalışma içtihatlı mevzuat incelemesidir. (TBK. 83 – 130. maddelerinde) düzenlenen, borç ilişkisinin hükümleri Ağırlıklı olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları ve Yargıtay Daire kararları ile araştırılmıştır. Örnek sözleşmeler çalışmamız kapsamında mevzuat araştırması yapılmış olmakla gençlere uygulamaya yönelik kaynak oluşturması açısından hazırlanmıştır. Çalışmadan Özetler; Tapulu bir taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup, yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gereğidir. Ancak inançlı işlemin yazılı delilini oluşturan inanç sözleşmesinin varlığını, inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen tarafın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190/1. maddesindeki genel hükümler uyarınca ispat etmesi gerekmektedir. Uygulamada, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa bile yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, inanç sözleşmesinin “tanık” dâhil her türlü delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 28.12.2005 tarihli ve 2005/14-677 E., 2005/774 K.; 14.11.2019 tarihli ve 2017/1-1254 E., 2019/1197 K. sayılı kararları). Yazılı delil veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) ve yemin (HMK m. 225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. İnanç sözleşmesinin hukukî mahiyeti ve ispatına ilişkin bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, dava konusu taşınmaz davacı tarafından 25.09.2006 tarihinde satış suretiyle davalıya temlik edilmiş olup, gerek dava dilekçesindeki açıklamalar ve gerekse taraflarca eldeki dava açıldıktan sonra düzenlenen ve altındaki imza 28.04.2011 tarihli celsede bizzat davacı tarafından kabul edilen 28.10.2010 tarihli belge içeriğine göre; davacının akrabası olan dava dışı …'ün davalıya olan borcunu teminat altına almak üzere taşınmazı davalıya temlik ettiği, davalının anılan taşınmazı ipotek ettirmek suretiyle kullandığı banka kredisinin kalan borcunu sigorta ve ihtarname masrafları ile birlikte davalıya ödenme hâlinde taşınmazın iade edileceğinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Belirtmek gerekir ki, dava dilekçesinde yanlar arasında yapılan temlikin taraf muvazaası nedeniyle geçersiz olduğu ileri sürülmüş ise de; yukarıdaki açıklamalar uyarınca tapuda satış şeklinde yapılan temlikin gerçekte inanç sözleşmesine dayalı ve hukuken geçerli bir temlik olduğu, 28.10.2010 tarihli belgenin de inançlı işlemin yazılı belgesi niteliğinde olup, tapuda yapılan resmi akitten sonra düzenlenmiş olmasının sonuca bir etkisinin bulunmadığı açıktır. Bu durumda, karşılıklı olarak iki tarafa borç yükleyen inanç sözleşmesi nedeniyle taşınmazın iadesini talep eden davacının TBK'nın 97. (BK'nın 81.) maddesi uyarınca kendi borcunu ifa etmiş olması ya da ifasını önermiş olması gerekir. Bahsi geçen yasa maddesi karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde ifa zamanına ilişkin olarak özel bir düzenleme içermekte ve “Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir” hükmünü taşımaktadır. Bu maddeye göre taraflardan biri borçlanmış olduğu edimi yerine getirmiş veya ifasını önermiş olmadıkça, diğer taraf kendi edimini ifadan kaçınma hakkına sahiptir. Bu tür sözleşmelerde özel bir kanun hükmü, teamül veya anlaşma olmadıkça taraflardan birinin borcunu diğerinden daha önce ifa yükümlülüğü bulunmamaktadır. • TBK'nun 99. maddesinin son fıkrasına göre; Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir. Ancak İİK'nun 58. maddesine göre alacağın Türk parası ile tutarının takip talebinde gösterilmesi zorunlu olup, aynı zorunluluk İİK'nun 41. maddesi delaletiyle ilamlı takiplerde çıkartılacak olan icra emri için de geçerlidir. Anılan noksanlık kamu düzeni ile ilgili ve devletin hükümranlık haklarına ilişkin olması nedeniyle takibin her safhasında re'sen göz önünde tutulmalıdır (HGK'nun 12.05.1999 tarih 99/12-271 E, 99/301 K. sayılı kararı). Bu eserin hazırlanmasında büyük özveride bulunarak yardımlarını esirgemeyen, Sn. Alihan YENİPINAR'a, en içten duygularımla minnet ve şükranlarımı sunarım
Bu çalışma içtihatlı mevzuat incelemesidir. (TBK. 83 – 130. maddelerinde) düzenlenen, borç ilişkisinin hükümleri Ağırlıklı olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları ve Yargıtay Daire kararları ile araştırılmıştır. Örnek sözleşmeler çalışmamız kapsamında mevzuat araştırması yapılmış olmakla gençlere uygulamaya yönelik kaynak oluşturması açısından hazırlanmıştır. Çalışmadan Özetler; Tapulu bir taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup, yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gereğidir. Ancak inançlı işlemin yazılı delilini oluşturan inanç sözleşmesinin varlığını, inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen tarafın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190/1. maddesindeki genel hükümler uyarınca ispat etmesi gerekmektedir. Uygulamada, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa bile yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, inanç sözleşmesinin “tanık” dâhil her türlü delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 28.12.2005 tarihli ve 2005/14-677 E., 2005/774 K.; 14.11.2019 tarihli ve 2017/1-1254 E., 2019/1197 K. sayılı kararları). Yazılı delil veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) ve yemin (HMK m. 225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. İnanç sözleşmesinin hukukî mahiyeti ve ispatına ilişkin bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, dava konusu taşınmaz davacı tarafından 25.09.2006 tarihinde satış suretiyle davalıya temlik edilmiş olup, gerek dava dilekçesindeki açıklamalar ve gerekse taraflarca eldeki dava açıldıktan sonra düzenlenen ve altındaki imza 28.04.2011 tarihli celsede bizzat davacı tarafından kabul edilen 28.10.2010 tarihli belge içeriğine göre; davacının akrabası olan dava dışı …'ün davalıya olan borcunu teminat altına almak üzere taşınmazı davalıya temlik ettiği, davalının anılan taşınmazı ipotek ettirmek suretiyle kullandığı banka kredisinin kalan borcunu sigorta ve ihtarname masrafları ile birlikte davalıya ödenme hâlinde taşınmazın iade edileceğinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Belirtmek gerekir ki, dava dilekçesinde yanlar arasında yapılan temlikin taraf muvazaası nedeniyle geçersiz olduğu ileri sürülmüş ise de; yukarıdaki açıklamalar uyarınca tapuda satış şeklinde yapılan temlikin gerçekte inanç sözleşmesine dayalı ve hukuken geçerli bir temlik olduğu, 28.10.2010 tarihli belgenin de inançlı işlemin yazılı belgesi niteliğinde olup, tapuda yapılan resmi akitten sonra düzenlenmiş olmasının sonuca bir etkisinin bulunmadığı açıktır. Bu durumda, karşılıklı olarak iki tarafa borç yükleyen inanç sözleşmesi nedeniyle taşınmazın iadesini talep eden davacının TBK'nın 97. (BK'nın 81.) maddesi uyarınca kendi borcunu ifa etmiş olması ya da ifasını önermiş olması gerekir. Bahsi geçen yasa maddesi karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde ifa zamanına ilişkin olarak özel bir düzenleme içermekte ve “Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir” hükmünü taşımaktadır. Bu maddeye göre taraflardan biri borçlanmış olduğu edimi yerine getirmiş veya ifasını önermiş olmadıkça, diğer taraf kendi edimini ifadan kaçınma hakkına sahiptir. Bu tür sözleşmelerde özel bir kanun hükmü, teamül veya anlaşma olmadıkça taraflardan birinin borcunu diğerinden daha önce ifa yükümlülüğü bulunmamaktadır. • TBK'nun 99. maddesinin son fıkrasına göre; Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir. Ancak İİK'nun 58. maddesine göre alacağın Türk parası ile tutarının takip talebinde gösterilmesi zorunlu olup, aynı zorunluluk İİK'nun 41. maddesi delaletiyle ilamlı takiplerde çıkartılacak olan icra emri için de geçerlidir. Anılan noksanlık kamu düzeni ile ilgili ve devletin hükümranlık haklarına ilişkin olması nedeniyle takibin her safhasında re'sen göz önünde tutulmalıdır (HGK'nun 12.05.1999 tarih 99/12-271 E, 99/301 K. sayılı kararı). Bu eserin hazırlanmasında büyük özveride bulunarak yardımlarını esirgemeyen, Sn. Alihan YENİPINAR'a, en içten duygularımla minnet ve şükranlarımı sunarım
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat