9789758740819
385056
https://www.sehadetkitap.com/urun/varlik-ve-insan-kemalpasazade-baglaminda-bir-tasavvurun-yeniden-insasi
Varlık ve İnsan; Kemalpaşazâde Bağlamında Bir Tasavvurun Yeniden İnşası
235.17
Elinizdeki eserin asıl amacı, insanı incelemek, onun varlığına ve özüne ilişkin temel sorunlara kapsamlı bir izah getirmek, diğer bir deyişle insanın anlamına dair kuşatıcı bir yaklaşım ve açıklamada bulunmaktır. Bu amaç doğrultusunda, burada insan, modern dönemlerde kendini gösteren parçacı ve indirgeyici yönelimlerin aksine, ontolojik bütünlük içerisinde ele alınmaktadır. Zira bu çalışmanın temel iddialarından biri, insanın anlamının ancak varlığın anlamının kavramasıyla birlikte ortaya çıkacağı şeklindedir.
Böyle bir yaklaşım, her ne kadar çeşitli kadim geleneklerde mevcutsa da özellikle İslâm düşünce geleneğinde tebârüz etmektedir. Bu durum, genel İslâm düşüncesinin önemli bir kesitini teşkil eden Osmanlı düşünce ve felsefe geleneği için de aynen geçerlidir. Bu geleneğin en büyük temsilcilerinden Kemalpaşazâdenin (ö. 940/1534) düşüncesi üzerinden gerçekleştirilen elinizdeki çalışma, bunu, tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Belirtmek gerekir ki, Kemalpaşazâde, bir varlık ve insan filozofu olarak, Osmanlı felsefesinde mühim bir yere sahiptir. Onun önemi, insanı ontolojik bütünlüğüyle ele almasında olduğu kadar varlık ve insan sorununa getirdiği çözüm önerilerinde de açığa çıkar. Aslında bu gerçek, böyle bir çalışmanın niçin Kemalpaşazâde bağlamında yapıldığı sorusunun da cevabını içermektedir.
ÖNSÖZ
Bu kitabın asıl amacı, insanı incelemek, onun varlığına ve varoluşuna ilişkin temel meselelere kapsamlı bir izah getirmek, diğer bir deyişle insanın anlamına dair kuşatıcı bir yaklaşım ve açıklamada bulunmaktır. Bu amaç doğrultusunda, burada insan, modern dönemlerde kendini gösteren parçacı ve indirgeyici yönelimlerin aksine, ontolojik bütünlük içerisinde ele alınmaktadır. Zira bu çalışmanın temel iddialarından biri, insanın anlamının ancak varlığın anlamının kavranmasıyla birlikte ortaya çıkacağı şeklindedir.
Buna göre, küllî bir tarzda varlık anlaşılmadan ve varlığa dair köklü bir bakış kazanılmadan insanın gereği gibi tasavvur edilip anlaşılması mümkün değildir. Çünkü insan, her şeyden önce varlık (vücûd) kazanmış bir varolan (mevcûd) olarak tezâhür etmektedir. Esasen varlık, sadece insanın değil, bütün varolanların sahip bulunduğu aslî bir niteliktir. Öyle ki, varlık, biliş süreçlerinin temelinde yer aldığı gibi, varoluş süreçlerinin de esasını teşkil etmektedir. Bir başka ifadeyle varlık, hem öznenin kavramasının hem de nesnenin kavranmasının ön şartıdır. Dolayısıyla varlık meselesi aydınlatılmadan, insan gerçeğinin vuzuha kavuşturulması düşünülemez. Bu demektir ki, varlık şuurundan bağımsız bir biçimde, insan da dâhil herhangi bir varolanı gereği gibi kavramak imkân dışıdır. Bu sebeple varlık ve insan, yaptığımız çalışmada birlikte ele alınmakta, birlikte düşünülmekte ve birbiriyle iç içe bir şekilde incelenmektedir.
Böyle bir yaklaşım, her ne kadar çeşitli kadim geleneklerde mevcutsa da özellikle İslâm düşünce geleneğinde tebârüz etmektedir. İnsanın, küçük âlem şeklinde adlandırılması; varlığın yaratılış maksadının insan olduğu vurgusu; insan-ı kâmil anlayışı; insanın, Tanrının halifesi kılındığı düşüncesi; Tanrının sûretinde yaratılmış bir insan telakkisi ve benzerleri hep mezkûr yaklaşımla irtibatlıdır. Bu tespit, bütün özgün yönleriyle birlikte genel İslâm düşüncesinin bir devamı olarak beliren Osmanlı düşünce ve felsefe geleneği için de aynen geçerlidir. Bu geleneğin en büyük temsilcilerinden biri olan Kemalpaşazâdenin düşüncesi üzerinden gerçekleştirilen elinizdeki çalışma, bunu, tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Kaydetmek gerekir ki, Kemalpaşazâdenin Osmanlı düşünce geleneğini temsil edişi, sadece insanın ontolojik bütünlük içerisinde incelenmesi bakımından değil, aynı zamanda varlık ve insan sorununa getirdiği çözüm önerileri bakımından da önem arzetmektedir. Bu gerçek, böyle bir çalışmanın niçin Kemalpaşazâde bağlamında yapıldığını da açıklamaktadır.
Bu noktada, Kemalpaşazâdenin bir varlık ve insan filozofu olarak öne çıktığını vurgulamak gerekir. Onun varlık ve insan konusunda kaleme aldığı çoğu yazma halinde bulunan müstakil eserleri, hem nicelik hem de nitelik bakımından bunu doğrular mâhiyettedir. O, bu eserlerinde, devraldığı düşünsel mirasın bütün imkânlarını kullanarak varlık ve insana dair temel soruları analiz etmeye ve yanıtlamaya çalışır. Bu bağlamda Kemalpaşazâde, büyük çapta İbn Sînâ, İbnül-Arabî, Eşarî ve Mâtürîdî çizgisinde gelişen felsefî geleneklerden istifade ederek başarılı bir senteze ulaşır. Böylece o, farklı ekollerin epistemolojik ve ontolojik kavram ve önermelerini kendi temel yaklaşımı çerçevesinde yetkin bir biçimde bir araya getirir ve özgün bir düşünce ortaya koyar.
Kemalpaşazâdenin, yazım tarzına bağlı olarak, genellikle kendinden öncekilerden devraldığı sonuçlar üzerinden meseleleri ele alıp tartışması ve bu sonuçların dayandığı fikrî ve felsefî dünyayı verili görerek ayrıntılarına girmemesi, onun varlık ve insana ilişkin açıklamaları incelenirken mümkün mertebe bu görüşlerin kelâmî, felsefî ve tasavvufî arka planının ve uzantılarının da bu çalışmada ortaya konulmasını gerektirmiştir. Böylece onun düşünce ve yaklaşımları, neşet ettiği düşünsel dünyayı gösterecek şekilde yeniden inşa edilmiştir. Fakat bir düşünürün görüşlerini anlamak ve yorumlamak için, salt bu görüşlerin doğduğu zemine işaret etmek yeterli değildir. Ayrıca bugünün düşünsel dünyasına hitap edecek bir tarzda hem şekil hem de içerik bakımından yeniden yapılandırılması da gerekli olmaktadır. Bu sebeple yaptığımız çalışmada, bir yandan geçmişe delâlet etmek; diğer yandan ise, bugüne hitap etmek amacıyla iki boyutlu bir inşa faaliyetine girişilmiştir. Dolayısıyla bu kitabın başlığında yer alan yeniden inşa tabiri, böyle bir faaliyete bir gönderme olarak anlaşılmalıdır.
Bu çalışmanın, hem doğru bir insan tasavvurunun oluşumuna katkı yapmasını hem de Kemalpaşazâdenin şahsında, Osmanlı felsefe geleneğini vareden insanın doğru bir biçimde anlaşılıp tanınmasına vesile olmasını ümit ve temenni ederim.
Ve billâhit-tevfîk
Ömer Mahir Alper
Üsküdar 2010
Elinizdeki eserin asıl amacı, insanı incelemek, onun varlığına ve özüne ilişkin temel sorunlara kapsamlı bir izah getirmek, diğer bir deyişle insanın anlamına dair kuşatıcı bir yaklaşım ve açıklamada bulunmaktır. Bu amaç doğrultusunda, burada insan, modern dönemlerde kendini gösteren parçacı ve indirgeyici yönelimlerin aksine, ontolojik bütünlük içerisinde ele alınmaktadır. Zira bu çalışmanın temel iddialarından biri, insanın anlamının ancak varlığın anlamının kavramasıyla birlikte ortaya çıkacağı şeklindedir.
Böyle bir yaklaşım, her ne kadar çeşitli kadim geleneklerde mevcutsa da özellikle İslâm düşünce geleneğinde tebârüz etmektedir. Bu durum, genel İslâm düşüncesinin önemli bir kesitini teşkil eden Osmanlı düşünce ve felsefe geleneği için de aynen geçerlidir. Bu geleneğin en büyük temsilcilerinden Kemalpaşazâdenin (ö. 940/1534) düşüncesi üzerinden gerçekleştirilen elinizdeki çalışma, bunu, tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Belirtmek gerekir ki, Kemalpaşazâde, bir varlık ve insan filozofu olarak, Osmanlı felsefesinde mühim bir yere sahiptir. Onun önemi, insanı ontolojik bütünlüğüyle ele almasında olduğu kadar varlık ve insan sorununa getirdiği çözüm önerilerinde de açığa çıkar. Aslında bu gerçek, böyle bir çalışmanın niçin Kemalpaşazâde bağlamında yapıldığı sorusunun da cevabını içermektedir.
ÖNSÖZ
Bu kitabın asıl amacı, insanı incelemek, onun varlığına ve varoluşuna ilişkin temel meselelere kapsamlı bir izah getirmek, diğer bir deyişle insanın anlamına dair kuşatıcı bir yaklaşım ve açıklamada bulunmaktır. Bu amaç doğrultusunda, burada insan, modern dönemlerde kendini gösteren parçacı ve indirgeyici yönelimlerin aksine, ontolojik bütünlük içerisinde ele alınmaktadır. Zira bu çalışmanın temel iddialarından biri, insanın anlamının ancak varlığın anlamının kavranmasıyla birlikte ortaya çıkacağı şeklindedir.
Buna göre, küllî bir tarzda varlık anlaşılmadan ve varlığa dair köklü bir bakış kazanılmadan insanın gereği gibi tasavvur edilip anlaşılması mümkün değildir. Çünkü insan, her şeyden önce varlık (vücûd) kazanmış bir varolan (mevcûd) olarak tezâhür etmektedir. Esasen varlık, sadece insanın değil, bütün varolanların sahip bulunduğu aslî bir niteliktir. Öyle ki, varlık, biliş süreçlerinin temelinde yer aldığı gibi, varoluş süreçlerinin de esasını teşkil etmektedir. Bir başka ifadeyle varlık, hem öznenin kavramasının hem de nesnenin kavranmasının ön şartıdır. Dolayısıyla varlık meselesi aydınlatılmadan, insan gerçeğinin vuzuha kavuşturulması düşünülemez. Bu demektir ki, varlık şuurundan bağımsız bir biçimde, insan da dâhil herhangi bir varolanı gereği gibi kavramak imkân dışıdır. Bu sebeple varlık ve insan, yaptığımız çalışmada birlikte ele alınmakta, birlikte düşünülmekte ve birbiriyle iç içe bir şekilde incelenmektedir.
Böyle bir yaklaşım, her ne kadar çeşitli kadim geleneklerde mevcutsa da özellikle İslâm düşünce geleneğinde tebârüz etmektedir. İnsanın, küçük âlem şeklinde adlandırılması; varlığın yaratılış maksadının insan olduğu vurgusu; insan-ı kâmil anlayışı; insanın, Tanrının halifesi kılındığı düşüncesi; Tanrının sûretinde yaratılmış bir insan telakkisi ve benzerleri hep mezkûr yaklaşımla irtibatlıdır. Bu tespit, bütün özgün yönleriyle birlikte genel İslâm düşüncesinin bir devamı olarak beliren Osmanlı düşünce ve felsefe geleneği için de aynen geçerlidir. Bu geleneğin en büyük temsilcilerinden biri olan Kemalpaşazâdenin düşüncesi üzerinden gerçekleştirilen elinizdeki çalışma, bunu, tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Kaydetmek gerekir ki, Kemalpaşazâdenin Osmanlı düşünce geleneğini temsil edişi, sadece insanın ontolojik bütünlük içerisinde incelenmesi bakımından değil, aynı zamanda varlık ve insan sorununa getirdiği çözüm önerileri bakımından da önem arzetmektedir. Bu gerçek, böyle bir çalışmanın niçin Kemalpaşazâde bağlamında yapıldığını da açıklamaktadır.
Bu noktada, Kemalpaşazâdenin bir varlık ve insan filozofu olarak öne çıktığını vurgulamak gerekir. Onun varlık ve insan konusunda kaleme aldığı çoğu yazma halinde bulunan müstakil eserleri, hem nicelik hem de nitelik bakımından bunu doğrular mâhiyettedir. O, bu eserlerinde, devraldığı düşünsel mirasın bütün imkânlarını kullanarak varlık ve insana dair temel soruları analiz etmeye ve yanıtlamaya çalışır. Bu bağlamda Kemalpaşazâde, büyük çapta İbn Sînâ, İbnül-Arabî, Eşarî ve Mâtürîdî çizgisinde gelişen felsefî geleneklerden istifade ederek başarılı bir senteze ulaşır. Böylece o, farklı ekollerin epistemolojik ve ontolojik kavram ve önermelerini kendi temel yaklaşımı çerçevesinde yetkin bir biçimde bir araya getirir ve özgün bir düşünce ortaya koyar.
Kemalpaşazâdenin, yazım tarzına bağlı olarak, genellikle kendinden öncekilerden devraldığı sonuçlar üzerinden meseleleri ele alıp tartışması ve bu sonuçların dayandığı fikrî ve felsefî dünyayı verili görerek ayrıntılarına girmemesi, onun varlık ve insana ilişkin açıklamaları incelenirken mümkün mertebe bu görüşlerin kelâmî, felsefî ve tasavvufî arka planının ve uzantılarının da bu çalışmada ortaya konulmasını gerektirmiştir. Böylece onun düşünce ve yaklaşımları, neşet ettiği düşünsel dünyayı gösterecek şekilde yeniden inşa edilmiştir. Fakat bir düşünürün görüşlerini anlamak ve yorumlamak için, salt bu görüşlerin doğduğu zemine işaret etmek yeterli değildir. Ayrıca bugünün düşünsel dünyasına hitap edecek bir tarzda hem şekil hem de içerik bakımından yeniden yapılandırılması da gerekli olmaktadır. Bu sebeple yaptığımız çalışmada, bir yandan geçmişe delâlet etmek; diğer yandan ise, bugüne hitap etmek amacıyla iki boyutlu bir inşa faaliyetine girişilmiştir. Dolayısıyla bu kitabın başlığında yer alan yeniden inşa tabiri, böyle bir faaliyete bir gönderme olarak anlaşılmalıdır.
Bu çalışmanın, hem doğru bir insan tasavvurunun oluşumuna katkı yapmasını hem de Kemalpaşazâdenin şahsında, Osmanlı felsefe geleneğini vareden insanın doğru bir biçimde anlaşılıp tanınmasına vesile olmasını ümit ve temenni ederim.
Ve billâhit-tevfîk
Ömer Mahir Alper
Üsküdar 2010
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.