9789756782331
635813
https://www.sehadetkitap.com/urun/turkler-ansiklopedisi-21-kitap-takim
Türkler Ansiklopedisi (21 Kitap Takım)
3407.40
Türk tarihi bugüne kadar spesifik olarak, bölgesel çerçevede ve ön yargılarla incelenmiş, fakat genelde incelenmemiştir. Bu yüzden bir devletin tarihi, bir Türk boyunun serüveni, bir Türk liderin mücadelesi, Türklerin hayat tarzı, siyasi ilişkileri vs. değerlendirilmiş, fakat aralarındaki kopukluk giderilememiş, başka bir deyişle, Türk tarihinde bir bütünlük sağlanamamıştır. Halbuki Türk tarihi bir bütündür, fakat bu "bütünlük", bugüne kadar yeterince vurgulanmamış ve siyasi parçalanmanın etkisinden kurtarılamamıştır. Yeni Türkiye, bu eserle, Türk tarihine de bir bütünlük kazandırmakta, siyaset ve sınır ötesi bir tarih görüşü ortaya koymaktadır. Daha doğrusu, zaten doğal mecrasında bu şekilde akan, fakat çeşitli siyasi tercihler veya bölgesel düşüncelerle ayrışan Türk milletinin tarihini ortak bir tarih haline getirmeyi ümit etmektedir. Türkler adlı bu eserimizin amaçladığımız hedefe büyük ölçüde ulaştığı düşüncesindeyiz. Çünkü Türk Cumhuriyetlerinin tarihleri hakkında yazılanlar şöyle bir ortak tarihi gelişime işaret etmektedir. Hun İmparatorluğu muhtelif Türk boylarının kurduğu devlet olarak fonksiyonunu tamamladıktan sonra, Orta Asya'da Göktürkler ve Uygurlar sonuna kadar olan dönem bütün Türk devlet ve topluluklarının ortak tarihi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarihten sonra Türk tarihinde göç yollarının farklılığı ile mütenasip bir tarihi süreç başlamış ve Türk tarihi üç kola ayrılan Türk boylarının serüvenine sahne olmuştur. Birinci kol; Oğuz Türklerinden Selçuk ve ailesinin önderliğinde Anadolu'yu vatan haline getirmesi ile tarih sahnesinde götürmüştür. Bu kolun tarihi, Büyük Selçuklular, Türkiye Selçukluları, Osmanlılar ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti şeklinde bir devamlılık arz etmiştir. Kazak, Kırgız, Özbek ve Doğu Türkistan grubu Orta Asya'da, Türklerin anayurdunda kalmışlar ve varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Üçüncü kola mensup, Tatar, Başkurd, Avar, Kıpçak ve Bulgarlar ise Karadeniz'in kuzeyinde ve Doğu Avrupa siyasi tarihinde derin izler bırakmışlar, fakat bunların bir kısmı varlıklarını muhafaza edemeyerek zamanla yerli unsurlarla karışmışlardır. Bu üç koldan ayrılarak tali kollar oluşturan Türkler ise Hindistan, Mısır, Çin ve Moğolistan'da bir süre hakim olmuşlar, fakat daha sonra egemenliklerini sürdürememişlerdir.
Bu açıklamamız aslında Türk tarihinin bir bütünlük ve devamlılık arz ettiğini kesin olarak ortaya koymaktadır. Ancak bugüne kadar yazılan eserler bölgesel ve ırkı endişeler taşıdığı için bu konuya yeterli vurguyu yapamamışlardır. Halbuki Türk tarihinin bölünmezliği ve Türk devletlerinin her birinin aynı milletten olduğu, 1936 yılında bizzat Mustafa Kemal Atatürk'ün çıkardığı bir kanunla, Cumhurbaşkanlığı sancağındaki yerini almak suretiyle en resmi ağızdan ilan edilmiştir. Bu eser, bu açıdan bir ilki gerçekleştirmekte, Türk tarihinin aynı kökten bir ağacın dalları gibi düşünülmesi ve ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Nasıl ki, Fernand Braudel Akdeniz havzasını bir birleşik kültür ve medeniyet olarak ele aldı ise, artık Türk tarihi de büyük bir Türkistan coğrafyasının kültür ve medeniyet alanı olarak ele alınmalıdır. Aslında son zamanlarda yapılan araştırmalar, bugünkü tarih yazıcılığının tespitlerinin tersine, Türk devletlerinin birbirlerinin mirası üzerinde kurulduğunu ve yükseldiğini göstermiştir. Osmanlı bürokrasisi, maliyesi ve ordusunda Büyük Selçuklu kurumlarının nasıl yaşatıldığı artık bugün kesin olarak anlaşılmış bulunmaktadır. Dolayısıyla artık Türk tarihinin bir bütün halinde incelenmesi ve yazılmasının zamanı gelmiştir. Türkistan'ı coğrafi olarak birbirinden ayrı bölgelere ayırmak belki mümkündür, ama tarihini ayırmak tarihi geçmişe sırt çevirmektir.
Öte yandan Türk tarihinin bir bütün ve ortak kültür unsuru olarak ele alınamamasının nedenlerinden birisi de tarihin hanedanlar temel alınarak yazılmasıdır. Bizce bu yanlıştır ve Türk tarihinin birbirinden kopuk şekilde incelenmesinin temelinde bu hata yatmaktadır. Hanedan esasına göre yazılan tarihler, aynı zamanda hanedanın dostunu dost, düşmanını düşman olarak mütalaa etmektedir. Halbuki hanedanlar her ne kadar devlet adına hareket etseler de öncelikle hanedanının menfaatlerini ön planda tutmaktadırlar. Bu yaklaşım Türk topluluklarının ve devletlerinin birbirlerinden zamanla uzaklaşmalarına yol açmaktadır. Örneğin XVI. Yüzyılın iki önemli Türk devleti olan Osmanlılar ve Safeviler devletlerinin bekası için karşı karşıya gelmişler, uzun bir süre birbirleriyle savaşmışlardır. Ama bu iki devlet de birer Türkmen devletidir. Dolayısıyla, tarihlerimizde bu iki Türk devleti arasındaki mücadeleleri Osmanlı-İran ilişkileri şeklinde ele almak doğru olmasa gerektir. Hanedanlar farklı Türk sülaleleri olabilir, ama bu durum Türk milletinin kültürel ve sosyolojik devamlılığını yitirmesi için bir araç olmamalıdır. Modern tarihçi artık hanedanın resmi vekâyinüvisi değil, Türk tarihini tarafsız olarak inceleyen bir bilim adamı olduğunu kabul etmeli ve bu bilinç ile davranmalıdır.
Türk tarihinin ortak ve aynı kökten geldiğini vurguladıktan sonra Türk tarihinin ele alınmasındaki bir metot yanlışlığına değinmeden geçmek yanlış olur kanısındayız. Bilindiği gibi Cumhuriyet dönemine kadar Türk tarihi İslam tarihinin bir parçası olarak ele alınmaya çalışılmıştır. Bu anlayış İslam öncesi Türk tarihinin yüzyıllar boyunca ihmal edilmesine yol açmıştır. Cumhuriyet döneminde benimsenen Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi bu gidişi tersine çevirmeyi hedeflemiş, ancak bu defa da Türk tarihinin bütünlüğü bozulmuştur. Çünkü bu dönemde Osmanlı tarihi ihmal edilmiştir. Bu dönem Türk tarih yazıcılığının tepkici bir yaklaşımın ürünü olması ise, bu dönem tarih yazıcılığının bir gelenek yaratamamasına sebep olmuştur. Ne yazık ki, bu olumsuz gelişme, en fazla Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yazımını etkilemiş, 1923-2000 arası dönem bilimsel, tarih metodolojisine uygun ve evrensel nitelikte incelenememiştir.
Türk tarihi bugüne kadar spesifik olarak, bölgesel çerçevede ve ön yargılarla incelenmiş, fakat genelde incelenmemiştir. Bu yüzden bir devletin tarihi, bir Türk boyunun serüveni, bir Türk liderin mücadelesi, Türklerin hayat tarzı, siyasi ilişkileri vs. değerlendirilmiş, fakat aralarındaki kopukluk giderilememiş, başka bir deyişle, Türk tarihinde bir bütünlük sağlanamamıştır. Halbuki Türk tarihi bir bütündür, fakat bu "bütünlük", bugüne kadar yeterince vurgulanmamış ve siyasi parçalanmanın etkisinden kurtarılamamıştır. Yeni Türkiye, bu eserle, Türk tarihine de bir bütünlük kazandırmakta, siyaset ve sınır ötesi bir tarih görüşü ortaya koymaktadır. Daha doğrusu, zaten doğal mecrasında bu şekilde akan, fakat çeşitli siyasi tercihler veya bölgesel düşüncelerle ayrışan Türk milletinin tarihini ortak bir tarih haline getirmeyi ümit etmektedir. Türkler adlı bu eserimizin amaçladığımız hedefe büyük ölçüde ulaştığı düşüncesindeyiz. Çünkü Türk Cumhuriyetlerinin tarihleri hakkında yazılanlar şöyle bir ortak tarihi gelişime işaret etmektedir. Hun İmparatorluğu muhtelif Türk boylarının kurduğu devlet olarak fonksiyonunu tamamladıktan sonra, Orta Asya'da Göktürkler ve Uygurlar sonuna kadar olan dönem bütün Türk devlet ve topluluklarının ortak tarihi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarihten sonra Türk tarihinde göç yollarının farklılığı ile mütenasip bir tarihi süreç başlamış ve Türk tarihi üç kola ayrılan Türk boylarının serüvenine sahne olmuştur. Birinci kol; Oğuz Türklerinden Selçuk ve ailesinin önderliğinde Anadolu'yu vatan haline getirmesi ile tarih sahnesinde götürmüştür. Bu kolun tarihi, Büyük Selçuklular, Türkiye Selçukluları, Osmanlılar ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti şeklinde bir devamlılık arz etmiştir. Kazak, Kırgız, Özbek ve Doğu Türkistan grubu Orta Asya'da, Türklerin anayurdunda kalmışlar ve varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Üçüncü kola mensup, Tatar, Başkurd, Avar, Kıpçak ve Bulgarlar ise Karadeniz'in kuzeyinde ve Doğu Avrupa siyasi tarihinde derin izler bırakmışlar, fakat bunların bir kısmı varlıklarını muhafaza edemeyerek zamanla yerli unsurlarla karışmışlardır. Bu üç koldan ayrılarak tali kollar oluşturan Türkler ise Hindistan, Mısır, Çin ve Moğolistan'da bir süre hakim olmuşlar, fakat daha sonra egemenliklerini sürdürememişlerdir.
Bu açıklamamız aslında Türk tarihinin bir bütünlük ve devamlılık arz ettiğini kesin olarak ortaya koymaktadır. Ancak bugüne kadar yazılan eserler bölgesel ve ırkı endişeler taşıdığı için bu konuya yeterli vurguyu yapamamışlardır. Halbuki Türk tarihinin bölünmezliği ve Türk devletlerinin her birinin aynı milletten olduğu, 1936 yılında bizzat Mustafa Kemal Atatürk'ün çıkardığı bir kanunla, Cumhurbaşkanlığı sancağındaki yerini almak suretiyle en resmi ağızdan ilan edilmiştir. Bu eser, bu açıdan bir ilki gerçekleştirmekte, Türk tarihinin aynı kökten bir ağacın dalları gibi düşünülmesi ve ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Nasıl ki, Fernand Braudel Akdeniz havzasını bir birleşik kültür ve medeniyet olarak ele aldı ise, artık Türk tarihi de büyük bir Türkistan coğrafyasının kültür ve medeniyet alanı olarak ele alınmalıdır. Aslında son zamanlarda yapılan araştırmalar, bugünkü tarih yazıcılığının tespitlerinin tersine, Türk devletlerinin birbirlerinin mirası üzerinde kurulduğunu ve yükseldiğini göstermiştir. Osmanlı bürokrasisi, maliyesi ve ordusunda Büyük Selçuklu kurumlarının nasıl yaşatıldığı artık bugün kesin olarak anlaşılmış bulunmaktadır. Dolayısıyla artık Türk tarihinin bir bütün halinde incelenmesi ve yazılmasının zamanı gelmiştir. Türkistan'ı coğrafi olarak birbirinden ayrı bölgelere ayırmak belki mümkündür, ama tarihini ayırmak tarihi geçmişe sırt çevirmektir.
Öte yandan Türk tarihinin bir bütün ve ortak kültür unsuru olarak ele alınamamasının nedenlerinden birisi de tarihin hanedanlar temel alınarak yazılmasıdır. Bizce bu yanlıştır ve Türk tarihinin birbirinden kopuk şekilde incelenmesinin temelinde bu hata yatmaktadır. Hanedan esasına göre yazılan tarihler, aynı zamanda hanedanın dostunu dost, düşmanını düşman olarak mütalaa etmektedir. Halbuki hanedanlar her ne kadar devlet adına hareket etseler de öncelikle hanedanının menfaatlerini ön planda tutmaktadırlar. Bu yaklaşım Türk topluluklarının ve devletlerinin birbirlerinden zamanla uzaklaşmalarına yol açmaktadır. Örneğin XVI. Yüzyılın iki önemli Türk devleti olan Osmanlılar ve Safeviler devletlerinin bekası için karşı karşıya gelmişler, uzun bir süre birbirleriyle savaşmışlardır. Ama bu iki devlet de birer Türkmen devletidir. Dolayısıyla, tarihlerimizde bu iki Türk devleti arasındaki mücadeleleri Osmanlı-İran ilişkileri şeklinde ele almak doğru olmasa gerektir. Hanedanlar farklı Türk sülaleleri olabilir, ama bu durum Türk milletinin kültürel ve sosyolojik devamlılığını yitirmesi için bir araç olmamalıdır. Modern tarihçi artık hanedanın resmi vekâyinüvisi değil, Türk tarihini tarafsız olarak inceleyen bir bilim adamı olduğunu kabul etmeli ve bu bilinç ile davranmalıdır.
Türk tarihinin ortak ve aynı kökten geldiğini vurguladıktan sonra Türk tarihinin ele alınmasındaki bir metot yanlışlığına değinmeden geçmek yanlış olur kanısındayız. Bilindiği gibi Cumhuriyet dönemine kadar Türk tarihi İslam tarihinin bir parçası olarak ele alınmaya çalışılmıştır. Bu anlayış İslam öncesi Türk tarihinin yüzyıllar boyunca ihmal edilmesine yol açmıştır. Cumhuriyet döneminde benimsenen Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi bu gidişi tersine çevirmeyi hedeflemiş, ancak bu defa da Türk tarihinin bütünlüğü bozulmuştur. Çünkü bu dönemde Osmanlı tarihi ihmal edilmiştir. Bu dönem Türk tarih yazıcılığının tepkici bir yaklaşımın ürünü olması ise, bu dönem tarih yazıcılığının bir gelenek yaratamamasına sebep olmuştur. Ne yazık ki, bu olumsuz gelişme, en fazla Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yazımını etkilemiş, 1923-2000 arası dönem bilimsel, tarih metodolojisine uygun ve evrensel nitelikte incelenememiştir.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.