Toplu Şiirler

Stok Kodu:
9789750807237
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
180
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
3
Basım Tarihi:
2016-04-07
Çeviren:
Ahmet Cemal
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
1.Hamur
Dili:
Türkçe
%36 indirimli
260,00TL
166,40TL
Havale/EFT ile: 149,76TL
9789750807237
662811
Toplu Şiirler
Toplu Şiirler
166.40
Alman dilinin en güçlü kalemlerinden, edebiyatin hemen her alaninda yapit vermis Ingeborg Bachmann, ilk olarak siirleriyle, ardindan diger kitaplariyla Yapi Kredi Yayinlarinda. Çevirmeni tarafindan yeniden gözden geçirilen ve on yeni siir çevirisi eklenen Toplu Siirler, Bachmannin gün isigina çikmis siirlerinden Türkçeye kazandirilan en kapsamli derleme olma niteligini tasiyor. Tadımlık Ingeborg Bachmannin Dünyasi Bu yaziya önce Ingeborg Bachmannin Siir Dünyasi diye bir baslik koymayi düsünmüstüm; ama bir sairin siir dünyasinin, onun geri kalan dünyalarindan ne ölçüde ayri ele alinabilecegi sorusu kafami kurcalayinca, basligi da genellestirdim. Bütün sairler ve yazarlar gibi, Bachmann açisindan da olaya bakildiginda, böyle bir ayrima gitmeye olanak bulunmadigi anlasiliyor. Ayrica eger bir sanatçi Bachmann gibi yazar/sair ise, siirin yani sira öykü, roman, deneme ve oyun dallarinda da ürün vermisse, bu dallardan herhangi birini bütünden mutlak anlamda kopararak irdeleme konusu yapmak, kanimca saglikli bir yol degil. Çünkü böyle sanatçilarin yaratilari, tek tek ürünler kadar, o ürünler arasinda açik ya da örtülü biçimde gerçeklesen atiflardan da olusur; bu atiflar, örnegin sanatçinin bir düzlemde noktali virgül kullanarak biraktigi bir anlatiyi bir baska düzlemde sürdürmesi diye de tanimlanabilir. Bu baglamda bakarsiniz bir öykünün kalibi içersinde dünyaya gelmis bir özlem, bir noktadan sonra dizelerin ezgileri esliginde betimlenir oluvermis, onun ardindan bir romanin genis soluklu sahnesini ya da bir tiyatro oyununun dramatik kisilerini gereksinmis. Bachmann da bu sanatçilara tipik bir örnek. Gerçi olayin teknik yanina agirlik tanimak, dolayisiyla bu sairin ve yazarin öykülerini, siirlerini, oyunlarini, roman ve denemelerini bagimsiz türler niteligiyle tek tek ele alip, her birinde egemen yapisal özellikleri, cümle ve dize yapilarini, öngörülen dramatik etkiyi vb. irdelemek, elbet olasi. Ama böyle bir incelemenin, bir sairin bütün siirlerini içeren bir kitabin basinda, giris ya da sunus yazisi niteligiyle yer almasi durumunda, okurun aydinlanmaktan çok, önceden aklindan geçirmedigi yönlendirmelerin ya da kisitlamalarin etkisinde kalmasi, sonuçta kendi dolaysiz etkileniminin ve sanatçiyla kendine özgü bir diyalog kurma girisimlerinin gereksiz engellerle karsilasmasi gibi bir sakinca her zaman var. Bu nedenle, sözü edilen türden incelemeleri daha çok bilimin, edebiyat söz konusu oldugunda bile kimi zaman yasami, yasananlari ve yasayanlari bir yana birakip, yalnizca metinleri ve metne iliskin özellikleri odak noktasi kilan yöntemlerine birakmak, kanimca daha dogru olacaktir. Bu düsünceler baglaminda, bu giris yazisinda Bachmannin kendimce önemli buldugum bazi özelliklerine deginmeyi, böylece de bu sairin ve yazarin dünyasina yine kendi açimdan isik tutmayi uygun buluyorum. Elbet burada okuyucu, benim bu ölçüde kendimce ise girisme hakkina sahip bulunup bulunmadigimi sorgulayabilir. Böyle bir sorgulama karsisinda kendimi aklamak için yapabilecegim en güçlü savunma, yazar/sair ile onun çevirmeni arasinda varolan/varolmasi gereken çok özel iliskiye atifta bulunmak olacaktir. Bütün çeviri ugrasim boyunca benimsedigim ilke, çevirmenin ise ancak bu türden bir iliski kurulabilmisse girismesi olmustur. Hele Bachmann gibi, bütün yaratisinda siirin nerede bittigi, düzyazinin nerede basladigi kolay saptanamayan, baska deyisle siirle kullanilan bütün biçimlerde ve türlerde karsilasilabilen bir sanatçi söz konusu oldugunda, andigim iliskinin kurulmasi daha da önem kazanir. Avusturyali sair ve yazar Ingeborg Bachmann, ilk tanistigim günden baslayarak birakmadigim ve beni birakmayan, dile getirdikleri onu çevirmedigim zamanlarda bile düsüncelerimden hiç çikmayan bir sanatçi oldu. Malina adli romanini çevirdigimden bu yana, bu sanatçiyla yasami sanki belli bir anlamda hep paylastim. Bunca yogun bir iliski, sanirim kisisel olma hakkini kazandirmaya da yeterlidir. * * * Bachmann, ilk dizelerinden baslayarak, yasaminin sonuna degin dili, sairlik ve yazarlik ugrasinin birincil ögesi saymayi sürdürdü. Bunda, sanatçinin Ludwig Wittgensteinin dil felsefesiyle yakindan ilgilenmis olmasinin payi da büyük olsa gerektir1. 1955 baslarinda, kendisiyle yapilan bir söyleside Bachmann, dile verdigi önemi söyle belirtir: ... yazma eylemi sirasinda anlam tasiyan tek bir çaba vardir: Dil için harcanan çaba. Dün, bugün ve yarin, dildedir. Bir yazarin dili kalici olmadigi takdirde, söyledikleri de kalici olamaz.2 Yazarin Malina adli romaninin hemen basinda, tek bir sözcügün, bugün sözcügünün kullanilmasi sirasinda ne gibi sorunlarla karsilasilabilecegini dile getiren su satirlari da bir anlamda belli bir dil kaygisini içerir: Yalnizca zamani belirtirken uzun uzun düsünmek zorunda kaldim, çünkü insanlarin her gün bugün demelerine, dahasi demek zorunda olmalarina karsin, benim için bugün diyebilmek neredeyse imkânsiz; örnegin insanlar bana yarin bir yana bugün ne yapmak istediklerini bile anlattiklarinda, çogunlukla sanildiginin aksine, dalgin bakmaya degil, ama ne yapacagimi bilemedigimden, çok dikkatli bakmaya basliyorum; bugün ile aramda iste bu denli umutsuz bir iliski var: Çünkü bu Bugünü ancak delicesine bir korkuyla ve kosarcasina yasayabiliyorum, Bugün olup bitenler üzerine ancak böyle bir korkunun pençelerinde yazabiliyor ya da konusabiliyorum; çünkü Bugün üzerine yazilanlari hemen yok etmek gerekir; tipki bugün yazilmis ve yerine hiçbir Bugünde varamayacak mektuplarin bu nedenden ötürü yirtilmasi, burusturulmasi, bitirilmemesi, yollanmamasi gibi.3 * * * Bachmann, Die gestundete Zeit (Ertelenmis Zaman) ve Anrufung des großen Bären (Büyük Ayiya Çagri) adli iki siir kitabinin ardindan, siir yazmaya çok uzun süre ara verdi ve bir daha siir kitabi yayinlamadi. Bu uzun aranin nedenine iliskin olarak, 1963 Ocaginda kendisiyle yapilan bir söyleside verdigi gerekçe, oldukça ilginçtir: Siir yazmak zorunlulugunu duymamama karsin, istersem siir yazmayi basarabilecegim kuskusuna kapilinca, siir yazmayi biraktim. Ve yeniden siir yazmak zorunda oldugumu duyumsayincaya kadar, yazacaklarimin, son yazdiklarimdan bu yana edinilen de
Alman dilinin en güçlü kalemlerinden, edebiyatin hemen her alaninda yapit vermis Ingeborg Bachmann, ilk olarak siirleriyle, ardindan diger kitaplariyla Yapi Kredi Yayinlarinda. Çevirmeni tarafindan yeniden gözden geçirilen ve on yeni siir çevirisi eklenen Toplu Siirler, Bachmannin gün isigina çikmis siirlerinden Türkçeye kazandirilan en kapsamli derleme olma niteligini tasiyor. Tadımlık Ingeborg Bachmannin Dünyasi Bu yaziya önce Ingeborg Bachmannin Siir Dünyasi diye bir baslik koymayi düsünmüstüm; ama bir sairin siir dünyasinin, onun geri kalan dünyalarindan ne ölçüde ayri ele alinabilecegi sorusu kafami kurcalayinca, basligi da genellestirdim. Bütün sairler ve yazarlar gibi, Bachmann açisindan da olaya bakildiginda, böyle bir ayrima gitmeye olanak bulunmadigi anlasiliyor. Ayrica eger bir sanatçi Bachmann gibi yazar/sair ise, siirin yani sira öykü, roman, deneme ve oyun dallarinda da ürün vermisse, bu dallardan herhangi birini bütünden mutlak anlamda kopararak irdeleme konusu yapmak, kanimca saglikli bir yol degil. Çünkü böyle sanatçilarin yaratilari, tek tek ürünler kadar, o ürünler arasinda açik ya da örtülü biçimde gerçeklesen atiflardan da olusur; bu atiflar, örnegin sanatçinin bir düzlemde noktali virgül kullanarak biraktigi bir anlatiyi bir baska düzlemde sürdürmesi diye de tanimlanabilir. Bu baglamda bakarsiniz bir öykünün kalibi içersinde dünyaya gelmis bir özlem, bir noktadan sonra dizelerin ezgileri esliginde betimlenir oluvermis, onun ardindan bir romanin genis soluklu sahnesini ya da bir tiyatro oyununun dramatik kisilerini gereksinmis. Bachmann da bu sanatçilara tipik bir örnek. Gerçi olayin teknik yanina agirlik tanimak, dolayisiyla bu sairin ve yazarin öykülerini, siirlerini, oyunlarini, roman ve denemelerini bagimsiz türler niteligiyle tek tek ele alip, her birinde egemen yapisal özellikleri, cümle ve dize yapilarini, öngörülen dramatik etkiyi vb. irdelemek, elbet olasi. Ama böyle bir incelemenin, bir sairin bütün siirlerini içeren bir kitabin basinda, giris ya da sunus yazisi niteligiyle yer almasi durumunda, okurun aydinlanmaktan çok, önceden aklindan geçirmedigi yönlendirmelerin ya da kisitlamalarin etkisinde kalmasi, sonuçta kendi dolaysiz etkileniminin ve sanatçiyla kendine özgü bir diyalog kurma girisimlerinin gereksiz engellerle karsilasmasi gibi bir sakinca her zaman var. Bu nedenle, sözü edilen türden incelemeleri daha çok bilimin, edebiyat söz konusu oldugunda bile kimi zaman yasami, yasananlari ve yasayanlari bir yana birakip, yalnizca metinleri ve metne iliskin özellikleri odak noktasi kilan yöntemlerine birakmak, kanimca daha dogru olacaktir. Bu düsünceler baglaminda, bu giris yazisinda Bachmannin kendimce önemli buldugum bazi özelliklerine deginmeyi, böylece de bu sairin ve yazarin dünyasina yine kendi açimdan isik tutmayi uygun buluyorum. Elbet burada okuyucu, benim bu ölçüde kendimce ise girisme hakkina sahip bulunup bulunmadigimi sorgulayabilir. Böyle bir sorgulama karsisinda kendimi aklamak için yapabilecegim en güçlü savunma, yazar/sair ile onun çevirmeni arasinda varolan/varolmasi gereken çok özel iliskiye atifta bulunmak olacaktir. Bütün çeviri ugrasim boyunca benimsedigim ilke, çevirmenin ise ancak bu türden bir iliski kurulabilmisse girismesi olmustur. Hele Bachmann gibi, bütün yaratisinda siirin nerede bittigi, düzyazinin nerede basladigi kolay saptanamayan, baska deyisle siirle kullanilan bütün biçimlerde ve türlerde karsilasilabilen bir sanatçi söz konusu oldugunda, andigim iliskinin kurulmasi daha da önem kazanir. Avusturyali sair ve yazar Ingeborg Bachmann, ilk tanistigim günden baslayarak birakmadigim ve beni birakmayan, dile getirdikleri onu çevirmedigim zamanlarda bile düsüncelerimden hiç çikmayan bir sanatçi oldu. Malina adli romanini çevirdigimden bu yana, bu sanatçiyla yasami sanki belli bir anlamda hep paylastim. Bunca yogun bir iliski, sanirim kisisel olma hakkini kazandirmaya da yeterlidir. * * * Bachmann, ilk dizelerinden baslayarak, yasaminin sonuna degin dili, sairlik ve yazarlik ugrasinin birincil ögesi saymayi sürdürdü. Bunda, sanatçinin Ludwig Wittgensteinin dil felsefesiyle yakindan ilgilenmis olmasinin payi da büyük olsa gerektir1. 1955 baslarinda, kendisiyle yapilan bir söyleside Bachmann, dile verdigi önemi söyle belirtir: ... yazma eylemi sirasinda anlam tasiyan tek bir çaba vardir: Dil için harcanan çaba. Dün, bugün ve yarin, dildedir. Bir yazarin dili kalici olmadigi takdirde, söyledikleri de kalici olamaz.2 Yazarin Malina adli romaninin hemen basinda, tek bir sözcügün, bugün sözcügünün kullanilmasi sirasinda ne gibi sorunlarla karsilasilabilecegini dile getiren su satirlari da bir anlamda belli bir dil kaygisini içerir: Yalnizca zamani belirtirken uzun uzun düsünmek zorunda kaldim, çünkü insanlarin her gün bugün demelerine, dahasi demek zorunda olmalarina karsin, benim için bugün diyebilmek neredeyse imkânsiz; örnegin insanlar bana yarin bir yana bugün ne yapmak istediklerini bile anlattiklarinda, çogunlukla sanildiginin aksine, dalgin bakmaya degil, ama ne yapacagimi bilemedigimden, çok dikkatli bakmaya basliyorum; bugün ile aramda iste bu denli umutsuz bir iliski var: Çünkü bu Bugünü ancak delicesine bir korkuyla ve kosarcasina yasayabiliyorum, Bugün olup bitenler üzerine ancak böyle bir korkunun pençelerinde yazabiliyor ya da konusabiliyorum; çünkü Bugün üzerine yazilanlari hemen yok etmek gerekir; tipki bugün yazilmis ve yerine hiçbir Bugünde varamayacak mektuplarin bu nedenden ötürü yirtilmasi, burusturulmasi, bitirilmemesi, yollanmamasi gibi.3 * * * Bachmann, Die gestundete Zeit (Ertelenmis Zaman) ve Anrufung des großen Bären (Büyük Ayiya Çagri) adli iki siir kitabinin ardindan, siir yazmaya çok uzun süre ara verdi ve bir daha siir kitabi yayinlamadi. Bu uzun aranin nedenine iliskin olarak, 1963 Ocaginda kendisiyle yapilan bir söyleside verdigi gerekçe, oldukça ilginçtir: Siir yazmak zorunlulugunu duymamama karsin, istersem siir yazmayi basarabilecegim kuskusuna kapilinca, siir yazmayi biraktim. Ve yeniden siir yazmak zorunda oldugumu duyumsayincaya kadar, yazacaklarimin, son yazdiklarimdan bu yana edinilen de
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat