Toplu Şiirler (1963-1996)

Stok Kodu:
9789753633703
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
344
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
3
Basım Tarihi:
2004-02-01
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
3.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%36 indirimli
16,67TL
10,67TL
Havale/EFT ile: 10,46TL
9789753633703
662778
Toplu Şiirler (1963-1996)
Toplu Şiirler (1963-1996)
10.67
Ahmet Oktay, "Mavi" hareketinden 2. Yeni'ye, oradan bugüne, özel bir şiir güzergahı geliştirdi. Kıvrak ritmi, söz ile yazı'nın bütün kutuplarına uğrayan teknik çoğulluğu, yaralı dünyasını bir eleveren bir gizleyen imge yapısıyla kişisel mitologyasını kurdu, geliştirdi, açtı, "Toplu Şiirler"i, gülden zakkuma toplu tohumlarını bir araya getiriyor. Tadımlık KARA YAZI Yollar yollara bağlı vay bacım, hangisinin sonunda yitecek dersin süt beyaz etindeki sancı. Uykulara vuran alaca dağlar, arkası senin kahrın el harmanlarında. Güneye insem portakal, mandalin bahçeleri. Ağıtlarda kirpiklerin hep ıslak gözlerin uçurumlu. Uzamış kıtalarda yalnızlığın, Afrikada kara Çukurovada anlatılmaz. Bin renkle açar çiçek döner gazel yaprağı rüzgârda. Gün olur omzunda mermi, elinde mavzer dağlarda düşmana konuşursun kız memelerin ayaz, gelin aynası gözlerin yangında. Kurakta gök katına açılır ellerin, ki duymuş başka şeylerden yediveren toprağın özlemini. Sıkılır dişlerin bir gece vakterer aşktan, kıskanır ağrını karanfil canlar verirsin geceye. Nice ölüm, nice gurbet alıp giderler. Bir sabah sabrın konuşur taşta. ÇALGICILAR Uyandırdı kış gecesini altın sesli şarkıcılar acı çiçek demetleri dağıtarak karın portakal rengi ışıklardan döküldüğü sokaklara. Ağlıyor kadife şarkıların yastığında soyunuk günahlarını minyatür gibi saklayan gece yarısı kadınları. Silahlarını bırakıp askerler uzakta bellekte uzanan lacivert oymalı korulukları elindeki karanfili düşüren kadını yaşıyorlar. Toprağın üstünde bulutsuz bir akşam silahlar şarkılardan utanıyor. Gitaralar neden bu kadar dokunaklı? Matbaa mürekkebine batmış küçük evliyâlar sesleri kovalıyor ıslık çalarak. Dinle aşkım benim yalandan güzel şeyler var. Onlar söylüyor öpüşü kötü savaşı söylüyor, ne çıkar bu şarabı beraber içmiyorsak? Büyük bir sabırla dokuyor geceyi kırağı düşmüş çiçek yüzleriyle kasketli adamlar. Acı bizi dünyaya bağlamak için sevinç bizi dünyaya bağlamak için, Onlar güvercin şarkıcıları denizin şarkıcıları onlar. Dinle aşkım benim onlar sana seslendiğim yerlerin şarkıcıları. UMU Oyuncak kentler kuruyor acının elyazıları yağan kar gölgelerinden. Birer birer gitti onlar. Mayısta, Haziranda akşamüstü, sabaha doğru ya da masalların mısır patlatılan gecesinde uyuya kalan bir çocuk gibi elleri yumuk, gittiler. Korkularını değil ikindi yağmurundan ayıran taş duvarlarına, seni güvercin gürültüleriyle dolu bir alanda bırakıp aşklarının sıcaklığını götürdüler. Buruk şarapları nasıl ustaca içerlerdi, yatardı ayaklarının altında bin renkli deniz, acılara, ölümlere karşı bir silah gibi kullanırlardı doğada yaratılmış bunca güzel olan şiiri, öpüşü, gül dalını. Onları altın buğulu bir şafakta yeniden bulmak aklımızda kalan gözleri hiçbir şey yitirmemiş, eflâtun geceleri hep öyle şarkılı. Yüzlerini tek tek karşıma alıyorum karanlıkta sevdiklerinin, şaraplarının adını unutmamışlar, birgün dönecekler biliyorum. Nicedir uzak kaldıkları ikinin ay ışığı tarlasında toplayıp yasemin öpüşleri onlara saklıyorum. NİNNİ Yağmur vurur camlara inceden durmadan ağlarsın yağmura. Analık dediğin bir tür ağrı gelip geçer ninnilerden, mavi gözlüm uyu. Kömürümüz kalmadı buza kesiyor hava. Çamaşıra gittiğimde gördüğün yataklar ince beyler, ince hanımlar yavrum nice düş olacak sana. Kalmadı daha söyleyecek dillerim, odamız soğuk, içtiğimiz acı su, mavi gözlüm uyu. Kimler korkmuyor karanlıkta? Ütülmüş devlere cümle kişi bize kalmış ölüm de, açlık ta. Uzayıp gider hayın geceler, baban açıkta yavrum, perde olamadı evimize dokudukları sedire örtü olamadı. Dönüp duruyor tezgâhlar uykusunda, on dokuz binin uykusunda. Yağmur vurur camlara, baban kahrolur arından. Kimsenin kimseden haberi yok, mahzun bakar, incelir gitgide bencileyin garip analar. Günlerle attı çaresizliğimiz. Mavi gözlüm uyu uyu fukara yavrum uyu umudum. CHARLES CHAPLIN Acuna çevrili kristal mercekler herkesin kendini bıraktığını görüyordu sağır bir düzende nasıl hasis gözlerin, nasıl bir kan küreciğinin ortasında, çaresiz elin, aklın gücü çocuklar nasıl hasta. Silah fabrikaları, polis copları, asık suratlar geçip gidiyor sincapların mavi ışıklı gecesinden. Namluların önünde bir göz, bir dudak yalnız mı, yenik mi, umutsuz mu? Yarıda kalıyor gözün bakışı dudağın öpüşü yarıda. Bir mimik kapıları zorluyor, duvarları. Ay ışığında seviştiğimizi ansana. Korkuya, zulma, ölüme inat yitmeyen, koparılmayan bir yönümüz var. Alıp götürülenler sohbetimizden ansana bahçemize bir daha dönmeyenler nasıl geçirdiler üç yılı, beş yılı ansana. Büyük avuntuları var küçük şeylerin onunla aşkımız perçinli, yüreğimiz kavi, yeniden onarıyoruz evleri, sokakları onunla, toplar susunca erikler çiçek açıyor. Baston diye bağırdı çocuklar boksoyu kötümserliklerin ortasına, balıklar kumsala çıktı baston diyerek, şarkıda ağız mızıkaları, laternalar, mavi bir kesit vurdu pencere pervazına.
Ahmet Oktay, "Mavi" hareketinden 2. Yeni'ye, oradan bugüne, özel bir şiir güzergahı geliştirdi. Kıvrak ritmi, söz ile yazı'nın bütün kutuplarına uğrayan teknik çoğulluğu, yaralı dünyasını bir eleveren bir gizleyen imge yapısıyla kişisel mitologyasını kurdu, geliştirdi, açtı, "Toplu Şiirler"i, gülden zakkuma toplu tohumlarını bir araya getiriyor. Tadımlık KARA YAZI Yollar yollara bağlı vay bacım, hangisinin sonunda yitecek dersin süt beyaz etindeki sancı. Uykulara vuran alaca dağlar, arkası senin kahrın el harmanlarında. Güneye insem portakal, mandalin bahçeleri. Ağıtlarda kirpiklerin hep ıslak gözlerin uçurumlu. Uzamış kıtalarda yalnızlığın, Afrikada kara Çukurovada anlatılmaz. Bin renkle açar çiçek döner gazel yaprağı rüzgârda. Gün olur omzunda mermi, elinde mavzer dağlarda düşmana konuşursun kız memelerin ayaz, gelin aynası gözlerin yangında. Kurakta gök katına açılır ellerin, ki duymuş başka şeylerden yediveren toprağın özlemini. Sıkılır dişlerin bir gece vakterer aşktan, kıskanır ağrını karanfil canlar verirsin geceye. Nice ölüm, nice gurbet alıp giderler. Bir sabah sabrın konuşur taşta. ÇALGICILAR Uyandırdı kış gecesini altın sesli şarkıcılar acı çiçek demetleri dağıtarak karın portakal rengi ışıklardan döküldüğü sokaklara. Ağlıyor kadife şarkıların yastığında soyunuk günahlarını minyatür gibi saklayan gece yarısı kadınları. Silahlarını bırakıp askerler uzakta bellekte uzanan lacivert oymalı korulukları elindeki karanfili düşüren kadını yaşıyorlar. Toprağın üstünde bulutsuz bir akşam silahlar şarkılardan utanıyor. Gitaralar neden bu kadar dokunaklı? Matbaa mürekkebine batmış küçük evliyâlar sesleri kovalıyor ıslık çalarak. Dinle aşkım benim yalandan güzel şeyler var. Onlar söylüyor öpüşü kötü savaşı söylüyor, ne çıkar bu şarabı beraber içmiyorsak? Büyük bir sabırla dokuyor geceyi kırağı düşmüş çiçek yüzleriyle kasketli adamlar. Acı bizi dünyaya bağlamak için sevinç bizi dünyaya bağlamak için, Onlar güvercin şarkıcıları denizin şarkıcıları onlar. Dinle aşkım benim onlar sana seslendiğim yerlerin şarkıcıları. UMU Oyuncak kentler kuruyor acının elyazıları yağan kar gölgelerinden. Birer birer gitti onlar. Mayısta, Haziranda akşamüstü, sabaha doğru ya da masalların mısır patlatılan gecesinde uyuya kalan bir çocuk gibi elleri yumuk, gittiler. Korkularını değil ikindi yağmurundan ayıran taş duvarlarına, seni güvercin gürültüleriyle dolu bir alanda bırakıp aşklarının sıcaklığını götürdüler. Buruk şarapları nasıl ustaca içerlerdi, yatardı ayaklarının altında bin renkli deniz, acılara, ölümlere karşı bir silah gibi kullanırlardı doğada yaratılmış bunca güzel olan şiiri, öpüşü, gül dalını. Onları altın buğulu bir şafakta yeniden bulmak aklımızda kalan gözleri hiçbir şey yitirmemiş, eflâtun geceleri hep öyle şarkılı. Yüzlerini tek tek karşıma alıyorum karanlıkta sevdiklerinin, şaraplarının adını unutmamışlar, birgün dönecekler biliyorum. Nicedir uzak kaldıkları ikinin ay ışığı tarlasında toplayıp yasemin öpüşleri onlara saklıyorum. NİNNİ Yağmur vurur camlara inceden durmadan ağlarsın yağmura. Analık dediğin bir tür ağrı gelip geçer ninnilerden, mavi gözlüm uyu. Kömürümüz kalmadı buza kesiyor hava. Çamaşıra gittiğimde gördüğün yataklar ince beyler, ince hanımlar yavrum nice düş olacak sana. Kalmadı daha söyleyecek dillerim, odamız soğuk, içtiğimiz acı su, mavi gözlüm uyu. Kimler korkmuyor karanlıkta? Ütülmüş devlere cümle kişi bize kalmış ölüm de, açlık ta. Uzayıp gider hayın geceler, baban açıkta yavrum, perde olamadı evimize dokudukları sedire örtü olamadı. Dönüp duruyor tezgâhlar uykusunda, on dokuz binin uykusunda. Yağmur vurur camlara, baban kahrolur arından. Kimsenin kimseden haberi yok, mahzun bakar, incelir gitgide bencileyin garip analar. Günlerle attı çaresizliğimiz. Mavi gözlüm uyu uyu fukara yavrum uyu umudum. CHARLES CHAPLIN Acuna çevrili kristal mercekler herkesin kendini bıraktığını görüyordu sağır bir düzende nasıl hasis gözlerin, nasıl bir kan küreciğinin ortasında, çaresiz elin, aklın gücü çocuklar nasıl hasta. Silah fabrikaları, polis copları, asık suratlar geçip gidiyor sincapların mavi ışıklı gecesinden. Namluların önünde bir göz, bir dudak yalnız mı, yenik mi, umutsuz mu? Yarıda kalıyor gözün bakışı dudağın öpüşü yarıda. Bir mimik kapıları zorluyor, duvarları. Ay ışığında seviştiğimizi ansana. Korkuya, zulma, ölüme inat yitmeyen, koparılmayan bir yönümüz var. Alıp götürülenler sohbetimizden ansana bahçemize bir daha dönmeyenler nasıl geçirdiler üç yılı, beş yılı ansana. Büyük avuntuları var küçük şeylerin onunla aşkımız perçinli, yüreğimiz kavi, yeniden onarıyoruz evleri, sokakları onunla, toplar susunca erikler çiçek açıyor. Baston diye bağırdı çocuklar boksoyu kötümserliklerin ortasına, balıklar kumsala çıktı baston diyerek, şarkıda ağız mızıkaları, laternalar, mavi bir kesit vurdu pencere pervazına.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat