9789750802614
662809
https://www.sehadetkitap.com/urun/tencere-kapak
Tencere Kapak
4.74
Gazeteciliği ve Fransızcadan yaptığı çevirilerle tanınan Turhan Ilgaz, Tencere Kapak'ta 21. yüzyılın başındaki Türkiye'nin medya-siyaset ilişkilerine bakıyor. Tek tek gelişen olayların izdüşümlerinde genelin yansımalarını ve karşılıklı etkilerini araştıran Turhan Ilgaz, medya ve siyaseti Türkiye'nin iki hastalığı olarak ele alıyor. Aynı tencerede iç içe kaynayan siyaset ve medyanın kapağını kaldırıyor, konuyu "Önsöz" dışında, "Siyaset(çi) nedir, sebepleri nelerdir?", "Gazete(ci) nedir, sebepleri nelerdir?" ve "Sonsöz" anabaşlıkları altında yirmi dört yazıda işliyor. Eleştirisinin temellerini, söylemlerin temelleri üstünde kuran Turhan Ilgaz, Türkiye'nin siyaset-medya çarkına duygusallığa düşmeden, soğukkanlılıkla yaklaşıyor. Tencere Kapak, günceli ve geçmişi yeni bir bakışla değerlendirmek için.
Tadımlık
Yaptıklarımız Yapacaklarımızın Teminatıdır
Nostradamus'tan "İllallah!" dedirtmişlerdi. Fransa Kralı IX. Charles'ın özel hekiminin, Aix-en-Provence'taki veba salgınıyla mücadele ederken, hastalığın fareler tarafından yayıldığını keşfeden "bilimci" olduğunu kim hatırlar?... Ama her yeni yılda, onun Astrolojik Yüzyıllar'ından devşirilme kehanetlerle felaket tellallığı yapmak, postmodern zibidiliklerimizin arşivindeki seçkin yerini koruyor. 2000 yılına girmemize iki gün kala, kıyametle sona erene kadar insanlık serüvenimizin bütün evrelerini, bütün olaylarını tastamam öngörmüş (!) olan bu Şeytan'ın (böylesine bir öngörü ancak Tanrı'ya atfedilebilir, adamımız -hâşâ- Tanrı olmadığına göre...) bildirgelerini yorumlayan hermenötikçiler henüz gazete sayfalarında boy göstermemişti. Ama bir gazete, yeni binyılın belalarını haber veren ("esas oğlan"ı Türklerin oynayacağı "Üçüncü Dünya Savaşı" filmi!) daha yeni kâhinler türetti. Bunlar Kuzey Amerika yerlilerinden arta kalan bir grupmuş. İnsan soyunun geleceğiyle ilgilenmekten, beyaz adamın kendileri için hazırladığı soykırımı göremeyip neredeyse bire bir kırılmış bile olsalar, kehanetlerindeki medyatik çekicilik yeni bir "yüz"ün (Nostradamus'unki epey eskimişti, kabul edelim) söylemi olmaktan kaynaklanıyor; önüne gelen "yeni"ye -hiç düşünmeden- "doğru"luk izafe etme alışkanlığı da postmodern bir zibidiliktir. Öyle ya da böyle, kehanetler bizi çeker. Atalarımız, "Fala inanma, falsız da kalma" demişler. Çünkü biz, insanlar, dördüncü boyutta yaşarız: zamanda... Ve zaman, olabilirliklerin belirsizliği boyunca uzanıp gider, onun için korkutucudur; üstelik, bir noktadan sonra, fani ömrümüz tükendiğinde, bizi dışlayacak olması da bir kurtuluş getirmez, çünkü biz, gelecekte uzanan zamanı, şimdiki halde ve bir yandan da geçmiş gibi yaşamaya yazgılıyızdır. İnancın da inkârın da, özgürlüğün de esaretin de matrisidir zaman... O zaman, hiç değilse bellekte egemen olabilmek adına takvimleştirdiğimiz bir sürecin nirengi noktası bellediğimiz aşamalarında, "yeni" diye vaftiz ettiğimiz dönemin bize neler hazırladığını merak etmemizden doğal ne olabilir? Üçüncü binyılın insanlığa neler getireceğini kurgulamak meşru bir kaygıdır; dileyen, "turfa müneccimler"in kehanetlerine bakarak papatya falı açar, dileyen, bilimsel ve teknolojik kazanımların birikiminden kalkarak, aydınlık, puslu, loş, karanlık vb. gelecekler tasarlar. Yine de bütün bu kurmacaların -kimi öngörüler gerçekleşse bile- ilginç zihin jimnastikleri olmaktan öteye gidemeyeceklerini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Elimizdeki veriler ne kadar sağlam olursa olsun, zamanın içerdiği olabilirlikleri yoklarken, arıziliğin dikenleri canımızı acıtabilir. 1930'lu yıllara giren dünyayı düşünelim bir an: Birinci Dünya Savaşı'nın büyük mağlubu Almanya'nın içinde bulunduğu siyasi, ekonomik, toplumsal ve düşünsel ortam, Nasyonal Sosyalist'lerin iktidarını muhtemelen kaçınılmaz bir olabilirlik gibi tasarlamaya imkân veriyordu; ama Nazi rejiminin, ancak bilim-kurgunun alanına girebilecek bir teknolojik dehşet ve vahşet toplumu yaratabilmesi, hiçbir determinizmin öngörmeye bırakmayacağı bir arızilikti. Bugün, genetiğin hastalıkların sağaltımı ve biyolojik yaşamın uzatılması konusunda vaat ettiği olumlu olabilirliklerin bir köşesinden de öjenist müdahalelerin arıziliğinde şekillenebilecek Frankenstein'lar sırıtıyor... Bilimsel kazanımlara asla Çevreci köktencilikle sırt çevirmeksizin, "büyüsü bozulmuş" bir dünyada bu kazanımların, demokrasi enflasyonu içinde nahoş arıziliklere de pekâlâ dönüşebileceklerini hesaplamak gerekiyor. Tıpkı, bu olabilirliğin karşı kutbunda, ideolojiler dünyada henüz egemenliklerini sürdürürlerken, aynı bilimsel kazanımların bu kez demokrasi yokluğu içinde koskoca Sibirya Anakarası'nı yer yer yaşanmaz hale getiren, koskoca Aral içdenizini kurutan arıziliklere dönüştürülmüş olmaları gibi... Dolayısıyla, geleceğe dönük tahminlerimizde, -paradoksal görünse de- nesnel verilerin sağlam kıstaslar olamayacağını savunuyorum. Tahmin ya da öngörünün, kehanet ve falın tersine, bizden, edilgin değil ama etkin bir tavır beklediğini düşünecek olursak, geleceğe dönük kurmacalardaki en uygun akıl yürütme tarzı, bana, o nesnel verileri öznelliğin süzgecinden geçirmekmiş, onları özneye göre irdelemekmiş gibi geliyor. Üçüncü binyıla girerken, özne, insan ne durumda; kendini nasıl görüyor, nasıl tanımlıyor, nasıl yönlendiriyor?
Gazeteciliği ve Fransızcadan yaptığı çevirilerle tanınan Turhan Ilgaz, Tencere Kapak'ta 21. yüzyılın başındaki Türkiye'nin medya-siyaset ilişkilerine bakıyor. Tek tek gelişen olayların izdüşümlerinde genelin yansımalarını ve karşılıklı etkilerini araştıran Turhan Ilgaz, medya ve siyaseti Türkiye'nin iki hastalığı olarak ele alıyor. Aynı tencerede iç içe kaynayan siyaset ve medyanın kapağını kaldırıyor, konuyu "Önsöz" dışında, "Siyaset(çi) nedir, sebepleri nelerdir?", "Gazete(ci) nedir, sebepleri nelerdir?" ve "Sonsöz" anabaşlıkları altında yirmi dört yazıda işliyor. Eleştirisinin temellerini, söylemlerin temelleri üstünde kuran Turhan Ilgaz, Türkiye'nin siyaset-medya çarkına duygusallığa düşmeden, soğukkanlılıkla yaklaşıyor. Tencere Kapak, günceli ve geçmişi yeni bir bakışla değerlendirmek için.
Tadımlık
Yaptıklarımız Yapacaklarımızın Teminatıdır
Nostradamus'tan "İllallah!" dedirtmişlerdi. Fransa Kralı IX. Charles'ın özel hekiminin, Aix-en-Provence'taki veba salgınıyla mücadele ederken, hastalığın fareler tarafından yayıldığını keşfeden "bilimci" olduğunu kim hatırlar?... Ama her yeni yılda, onun Astrolojik Yüzyıllar'ından devşirilme kehanetlerle felaket tellallığı yapmak, postmodern zibidiliklerimizin arşivindeki seçkin yerini koruyor. 2000 yılına girmemize iki gün kala, kıyametle sona erene kadar insanlık serüvenimizin bütün evrelerini, bütün olaylarını tastamam öngörmüş (!) olan bu Şeytan'ın (böylesine bir öngörü ancak Tanrı'ya atfedilebilir, adamımız -hâşâ- Tanrı olmadığına göre...) bildirgelerini yorumlayan hermenötikçiler henüz gazete sayfalarında boy göstermemişti. Ama bir gazete, yeni binyılın belalarını haber veren ("esas oğlan"ı Türklerin oynayacağı "Üçüncü Dünya Savaşı" filmi!) daha yeni kâhinler türetti. Bunlar Kuzey Amerika yerlilerinden arta kalan bir grupmuş. İnsan soyunun geleceğiyle ilgilenmekten, beyaz adamın kendileri için hazırladığı soykırımı göremeyip neredeyse bire bir kırılmış bile olsalar, kehanetlerindeki medyatik çekicilik yeni bir "yüz"ün (Nostradamus'unki epey eskimişti, kabul edelim) söylemi olmaktan kaynaklanıyor; önüne gelen "yeni"ye -hiç düşünmeden- "doğru"luk izafe etme alışkanlığı da postmodern bir zibidiliktir. Öyle ya da böyle, kehanetler bizi çeker. Atalarımız, "Fala inanma, falsız da kalma" demişler. Çünkü biz, insanlar, dördüncü boyutta yaşarız: zamanda... Ve zaman, olabilirliklerin belirsizliği boyunca uzanıp gider, onun için korkutucudur; üstelik, bir noktadan sonra, fani ömrümüz tükendiğinde, bizi dışlayacak olması da bir kurtuluş getirmez, çünkü biz, gelecekte uzanan zamanı, şimdiki halde ve bir yandan da geçmiş gibi yaşamaya yazgılıyızdır. İnancın da inkârın da, özgürlüğün de esaretin de matrisidir zaman... O zaman, hiç değilse bellekte egemen olabilmek adına takvimleştirdiğimiz bir sürecin nirengi noktası bellediğimiz aşamalarında, "yeni" diye vaftiz ettiğimiz dönemin bize neler hazırladığını merak etmemizden doğal ne olabilir? Üçüncü binyılın insanlığa neler getireceğini kurgulamak meşru bir kaygıdır; dileyen, "turfa müneccimler"in kehanetlerine bakarak papatya falı açar, dileyen, bilimsel ve teknolojik kazanımların birikiminden kalkarak, aydınlık, puslu, loş, karanlık vb. gelecekler tasarlar. Yine de bütün bu kurmacaların -kimi öngörüler gerçekleşse bile- ilginç zihin jimnastikleri olmaktan öteye gidemeyeceklerini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Elimizdeki veriler ne kadar sağlam olursa olsun, zamanın içerdiği olabilirlikleri yoklarken, arıziliğin dikenleri canımızı acıtabilir. 1930'lu yıllara giren dünyayı düşünelim bir an: Birinci Dünya Savaşı'nın büyük mağlubu Almanya'nın içinde bulunduğu siyasi, ekonomik, toplumsal ve düşünsel ortam, Nasyonal Sosyalist'lerin iktidarını muhtemelen kaçınılmaz bir olabilirlik gibi tasarlamaya imkân veriyordu; ama Nazi rejiminin, ancak bilim-kurgunun alanına girebilecek bir teknolojik dehşet ve vahşet toplumu yaratabilmesi, hiçbir determinizmin öngörmeye bırakmayacağı bir arızilikti. Bugün, genetiğin hastalıkların sağaltımı ve biyolojik yaşamın uzatılması konusunda vaat ettiği olumlu olabilirliklerin bir köşesinden de öjenist müdahalelerin arıziliğinde şekillenebilecek Frankenstein'lar sırıtıyor... Bilimsel kazanımlara asla Çevreci köktencilikle sırt çevirmeksizin, "büyüsü bozulmuş" bir dünyada bu kazanımların, demokrasi enflasyonu içinde nahoş arıziliklere de pekâlâ dönüşebileceklerini hesaplamak gerekiyor. Tıpkı, bu olabilirliğin karşı kutbunda, ideolojiler dünyada henüz egemenliklerini sürdürürlerken, aynı bilimsel kazanımların bu kez demokrasi yokluğu içinde koskoca Sibirya Anakarası'nı yer yer yaşanmaz hale getiren, koskoca Aral içdenizini kurutan arıziliklere dönüştürülmüş olmaları gibi... Dolayısıyla, geleceğe dönük tahminlerimizde, -paradoksal görünse de- nesnel verilerin sağlam kıstaslar olamayacağını savunuyorum. Tahmin ya da öngörünün, kehanet ve falın tersine, bizden, edilgin değil ama etkin bir tavır beklediğini düşünecek olursak, geleceğe dönük kurmacalardaki en uygun akıl yürütme tarzı, bana, o nesnel verileri öznelliğin süzgecinden geçirmekmiş, onları özneye göre irdelemekmiş gibi geliyor. Üçüncü binyıla girerken, özne, insan ne durumda; kendini nasıl görüyor, nasıl tanımlıyor, nasıl yönlendiriyor?
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.