Tanrı Dağı Çocukları Tanrı Dağda Aşk

Stok Kodu:
9786257713481
Boyut:
135-195-0
Sayfa Sayısı:
412
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2020-12-01
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
Kitap Kağıdı
Dili:
Türkçe
%38 indirimli
410,00TL
254,20TL
Havale/EFT ile: 249,12TL
9786257713481
541092
Tanrı Dağı Çocukları Tanrı Dağda Aşk
Tanrı Dağı Çocukları Tanrı Dağda Aşk
254.20
…Ve neden sonra Börü son buyruğunu veriyordu:“Dikkat! Kağan'ımız Ulu Mete Han göründü!”Yer gök donmuş, rüzgâr durulmuş, karıncalar dahi durmuştu… Her er sadece kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. El sürülemeyen bozkırın deli taylarına adeta çelik gemler vurulmuştu. Güneşin doğuşunun ardından başka bir ‘güneş' daha ufka yükseliyordu. Omuzlarına kadar düşen yelesiyle, vahşi bir kurdun en kızgın anını andıran hilâl bıyıklarıyla sanki Tanrı yeryüzünde yürüyordu. Ak renkli devlet atının üstünde giderek yaklaştıkça, erleri nefes almayı dahi unutuyor, kalpleri durma noktasına geliyordu.Gündüz vakti yıldız görünüyor, gökte hilalle birleşiyordu. Yağız yerle Mete göğe yükselirken, mavi gökten Tanrı yere iniyordu… Börü'nün buyruğuyla at inip diz kıran erlerin ayak sesleri arzı sallıyordu…Gökten gelen, “Sen istersen mağlup olur karıncaya koca fil! Sana yenik ordular şimdi harap ve sefil!” sesi, Tanrı Dağlarında, “Eline düşse tek damla sel olur çağlar, çağıranı sen olsan kökünden yürür dağlar!” diye yankılanıyordu…Islık çalan ok kimin kalbini ikiye bölecekti, bunu kimse bilemezdi. Mete Han'ın okuyla ölmek bile ne büyük bir onurdu. Acun ilk kez böyle bir şeye şahitlik etmiş ve Göklerin Ordusu gözden kaybolmuştu. Kurtlar ulumaya, karıncalar çalışmaya, rüzgâr esmeye başlamıştı. Üç günlük yoldan sonra Ulu Kağan'ın Ulu Ordusu savaş meydanına varmıştı. Börü'nün evvelden yolladığı ulaklar Çin ordusunun yerini bildiriyordu.Mete'yi ilk kez bu kadar düşünceli gören Börü, “Ne düşünüyorsunuz Kağan'ım?” diye sordu.- “Bu kadar Çinliyi nereye gömeceğimi?”
…Ve neden sonra Börü son buyruğunu veriyordu:“Dikkat! Kağan'ımız Ulu Mete Han göründü!”Yer gök donmuş, rüzgâr durulmuş, karıncalar dahi durmuştu… Her er sadece kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. El sürülemeyen bozkırın deli taylarına adeta çelik gemler vurulmuştu. Güneşin doğuşunun ardından başka bir ‘güneş' daha ufka yükseliyordu. Omuzlarına kadar düşen yelesiyle, vahşi bir kurdun en kızgın anını andıran hilâl bıyıklarıyla sanki Tanrı yeryüzünde yürüyordu. Ak renkli devlet atının üstünde giderek yaklaştıkça, erleri nefes almayı dahi unutuyor, kalpleri durma noktasına geliyordu.Gündüz vakti yıldız görünüyor, gökte hilalle birleşiyordu. Yağız yerle Mete göğe yükselirken, mavi gökten Tanrı yere iniyordu… Börü'nün buyruğuyla at inip diz kıran erlerin ayak sesleri arzı sallıyordu…Gökten gelen, “Sen istersen mağlup olur karıncaya koca fil! Sana yenik ordular şimdi harap ve sefil!” sesi, Tanrı Dağlarında, “Eline düşse tek damla sel olur çağlar, çağıranı sen olsan kökünden yürür dağlar!” diye yankılanıyordu…Islık çalan ok kimin kalbini ikiye bölecekti, bunu kimse bilemezdi. Mete Han'ın okuyla ölmek bile ne büyük bir onurdu. Acun ilk kez böyle bir şeye şahitlik etmiş ve Göklerin Ordusu gözden kaybolmuştu. Kurtlar ulumaya, karıncalar çalışmaya, rüzgâr esmeye başlamıştı. Üç günlük yoldan sonra Ulu Kağan'ın Ulu Ordusu savaş meydanına varmıştı. Börü'nün evvelden yolladığı ulaklar Çin ordusunun yerini bildiriyordu.Mete'yi ilk kez bu kadar düşünceli gören Börü, “Ne düşünüyorsunuz Kağan'ım?” diye sordu.- “Bu kadar Çinliyi nereye gömeceğimi?”
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat