9789750800108
662751
https://www.sehadetkitap.com/urun/sozler-6
Sözler
5.93
Fransız şiirinin en güçlü seslerinden Prevert Türkçede Orhan Suda'nın yetkin çevirisiyle yankı buluyor bu kez. Suda, Prevert'in her okumada daha da gençleşen şiirlerindeki zenginliği şu sözlerle dile getiriyor önsözünde:
"Bir baba düşünün: Oğlunu her hafta sinemaya götürüyor. Paris'in sokaklarına, ışıklarına, seslerine, insanlarına, sinemalarına alıştırıyor. Oğlunu yumuşak, sevecen, çelebi bir yaklaşımla eğitiyor. Günlük konuşmaların, masalların, söz oyunlarının, bilmecelerin, tekerlemelerin büyülü dünyasına sokuyor onu. Sanatın hemen her dalında alabildiğine yetenekli; gündelik olayları, sıradan insanların dertlerini, kaygılarını, sevinçlerini, alaycı konuşmalarını, küfürlerini şaşırtıcı bir güzellik ve yalınlıkla şiirlerine, oyunlarına, senaryolarına aktaran bir barış güvercini salıyor dünyamıza."
Tadımlık
SÖZLER VE PRÉVERT
SÖZLERin (PAROLESün) ilk basımı Aralık 1945. Genişletilmiş ikinci baskısı 1947de yapılmış. O zamandan beri üç milyondan fazla satılan SÖZLERin sayısız hayranlarından biri de André Gide. Şöyle diyor Préverte yolladığı tarihsiz bir mektubunda:
Sevgili Jacques Prévert, sizin şiirlerinizi okumak, özellikle de yüksek sesle okumak ne büyük bir sevinç! seçkin dostlarıma okuyorum onları ben okudukça bir şiir daha oku, gene oku, tekrar oku diyorlar. Benim gibi onlar da hemen sizinle dost oluyorlar
En içten sevgilerimle
Bir başka değerlendirme Maurice Nadeaudan. La Revue Internationaleın Haziran-Temmuz 1946 tarihli sayısında yer alan yazısının bir bölümünün özetini birlikte okuyalım:
Prévert başlangıçta Üstgerçekçiliğin etkisinde kaldı. Bu akıma gönül verdi birkaç yıl. Bu yıllar boyunca hiçbir şey yazmadı. Sadece Üstgerçekçilikten edindikleriyle beslenmeyi, kendini güçlendirmeyi amaçlıyordu sanki. Üstgerçekçilik insanın ve dünyanın eksiksiz bir bilgisine erişmek, çelişkisiz bir gerçekliğin bağrında insanı ve dünyayı birleştirecek bir monizm kurmak istiyordu. Hepsi de farklı katmanlardan gelen taraftarlarının, kendi mizaçlarına göre bazen zıt yönlerde yol alan ama yolun sonunda gerçek benliklerine kavuşan araştırıcılar olmalarını sağlamayı gözetiyordu.
Bu yönlerden biri, duyularla algılanan ve en gündelik seyirliklerden, günlük hayatın en sıradan görünüşlerinden (bir sokaktan, bir afişten, bir çocuk şarkısından, bir kazadan, yoldan geçen bir kadından, kenar mahalledeki bir gecekondunun penceresinde asılı bir çamaşırdan) kaynaklanan elle dokunulur bir üstgerçekliğe varıyordu.
Prévertin bu üstgerçekliklere yer vermediği pek az şiiri vardır. Bir şok etki yaratan yeni duyumlarla örer şiirlerini (Buci sokağı şimdi, Barbara bunun örneklerindendir). Bununla birlikte, bu duyumsama bir izlenime dönüşmez hiçbir zaman: onun bir oyuna benziyen şiirlerinde yeniden yaratılır.
Sinema dünyasının insanıdır Jacques Prévert. Bilindiği gibi, iyi, sahici bir film gevezeliklerden arınmıştır; en dramatik durumlar duygularla, jestlerle, davranışlarla (yerde yuvarlanan madeni bir parayla, açılan bir kapıyla, su üstünde dalgalanan bir hasır şapkayla) belirtilir. Az şeyle çok şey anlatmayı amaçlayan bu teknik Prévertin hemen hemen bütün şiirlerinde görülebilir:
Karanlıkta tek tek yakılmış üç kibrit
ilki görmek için tüm yüzünü senin
Gözlerini görmek için ikincisi
Sonuncusu dudaklarını
Ve kollarımda sımsıkı sararken seni
Koyu bir karanlık bütün bunları bana hatırlatmak için
Sanki bir film seyrediyor gibiyizdir bu şiirde. Bunlar hep sinemayı andıran görüntüler değil midir? Prévert sinema tekniğine başvurur çoğu zaman. Yarattığı kesin, somut görüntüler birbirini izler. Görüntüleri art arda sıralamadan önce herbirinin tadını çıkarır Prévert. Bazen hızlandırılmış ya da yavaşlatılmış yöntemlere başvurmaktan hoşlanır. Döküm/Envanter şiiri birinci yönteme, Sabah kahvaltısı ikincisine örnek gösterilebilir. Birincisinde alıcı, nesneleri art arda ve hızla çeker. İkincisinde kişilerin jestlerini ayrı ayrı ve yavaş yavaş verir.
Tamamen sinemaya özgü bu teknik Prévertin ikinci benliğidir. Tablo-şiirin yerine film-şiiri koyar. Prévert, bu senin yaptığın şiir değil, düpedüz sinema (film) denebilir buna. Oysa şiirin ta kendisidir bu.
Prévert katı, acımasız bir dünyanın soluk yansımaları olan görüntüleri sergileyen biri değildir sadece, o aynı zamanda, çağdaşlarımızdan birçoğunun gözünden kaçan sahici bir dünyanın yaratıcısıdır.
Bu jestler aşkın, bu tutumlar sefaletin, bu davranışlar küçük burjuva rahatlığın ifadesidirler ama aynı zamanda bu jestler, bu tutumlar, bu davranışlar bir musikiyi: kulak tırmalayıcı, kakafonik, nadiren kulağa hoş gelen, ritim dolu bir musikiyi, çağımızın sosyal ilişkilerinin ifadesi olan bir musikiyi veren bir bestenin notalarıdır sadece. Prévertin dünyası salt nesneler dünyası değil, nesnelerin,
kişilerin, kurumların bulundukları yere, oynadıkları role göre anlam kazandıkları bir dünyadır. Orkestrayı yönetmek, sesleri duyurmak, hayatı yansıtmak için ordadır O. Bundan dolayı, general, papaz, akademi üyesi kendilerini beğenmiş kof yaratıklara dönüşürler; çocuk, proleter, kadın, kuş çok hoş bir musikiyle dolup taşar. Mutluluğun güçleriyle, ölümün güçleri arasında bir mücadele başlar. Birinciler hayatı yaşanılır kılmayı amaçlayan bir sınıfın tüm umutlarıyla doludurlar; ikinciler ise üniformalı, madalyalı kadavralardır.
Fransız şiirinin en güçlü seslerinden Prevert Türkçede Orhan Suda'nın yetkin çevirisiyle yankı buluyor bu kez. Suda, Prevert'in her okumada daha da gençleşen şiirlerindeki zenginliği şu sözlerle dile getiriyor önsözünde:
"Bir baba düşünün: Oğlunu her hafta sinemaya götürüyor. Paris'in sokaklarına, ışıklarına, seslerine, insanlarına, sinemalarına alıştırıyor. Oğlunu yumuşak, sevecen, çelebi bir yaklaşımla eğitiyor. Günlük konuşmaların, masalların, söz oyunlarının, bilmecelerin, tekerlemelerin büyülü dünyasına sokuyor onu. Sanatın hemen her dalında alabildiğine yetenekli; gündelik olayları, sıradan insanların dertlerini, kaygılarını, sevinçlerini, alaycı konuşmalarını, küfürlerini şaşırtıcı bir güzellik ve yalınlıkla şiirlerine, oyunlarına, senaryolarına aktaran bir barış güvercini salıyor dünyamıza."
Tadımlık
SÖZLER VE PRÉVERT
SÖZLERin (PAROLESün) ilk basımı Aralık 1945. Genişletilmiş ikinci baskısı 1947de yapılmış. O zamandan beri üç milyondan fazla satılan SÖZLERin sayısız hayranlarından biri de André Gide. Şöyle diyor Préverte yolladığı tarihsiz bir mektubunda:
Sevgili Jacques Prévert, sizin şiirlerinizi okumak, özellikle de yüksek sesle okumak ne büyük bir sevinç! seçkin dostlarıma okuyorum onları ben okudukça bir şiir daha oku, gene oku, tekrar oku diyorlar. Benim gibi onlar da hemen sizinle dost oluyorlar
En içten sevgilerimle
Bir başka değerlendirme Maurice Nadeaudan. La Revue Internationaleın Haziran-Temmuz 1946 tarihli sayısında yer alan yazısının bir bölümünün özetini birlikte okuyalım:
Prévert başlangıçta Üstgerçekçiliğin etkisinde kaldı. Bu akıma gönül verdi birkaç yıl. Bu yıllar boyunca hiçbir şey yazmadı. Sadece Üstgerçekçilikten edindikleriyle beslenmeyi, kendini güçlendirmeyi amaçlıyordu sanki. Üstgerçekçilik insanın ve dünyanın eksiksiz bir bilgisine erişmek, çelişkisiz bir gerçekliğin bağrında insanı ve dünyayı birleştirecek bir monizm kurmak istiyordu. Hepsi de farklı katmanlardan gelen taraftarlarının, kendi mizaçlarına göre bazen zıt yönlerde yol alan ama yolun sonunda gerçek benliklerine kavuşan araştırıcılar olmalarını sağlamayı gözetiyordu.
Bu yönlerden biri, duyularla algılanan ve en gündelik seyirliklerden, günlük hayatın en sıradan görünüşlerinden (bir sokaktan, bir afişten, bir çocuk şarkısından, bir kazadan, yoldan geçen bir kadından, kenar mahalledeki bir gecekondunun penceresinde asılı bir çamaşırdan) kaynaklanan elle dokunulur bir üstgerçekliğe varıyordu.
Prévertin bu üstgerçekliklere yer vermediği pek az şiiri vardır. Bir şok etki yaratan yeni duyumlarla örer şiirlerini (Buci sokağı şimdi, Barbara bunun örneklerindendir). Bununla birlikte, bu duyumsama bir izlenime dönüşmez hiçbir zaman: onun bir oyuna benziyen şiirlerinde yeniden yaratılır.
Sinema dünyasının insanıdır Jacques Prévert. Bilindiği gibi, iyi, sahici bir film gevezeliklerden arınmıştır; en dramatik durumlar duygularla, jestlerle, davranışlarla (yerde yuvarlanan madeni bir parayla, açılan bir kapıyla, su üstünde dalgalanan bir hasır şapkayla) belirtilir. Az şeyle çok şey anlatmayı amaçlayan bu teknik Prévertin hemen hemen bütün şiirlerinde görülebilir:
Karanlıkta tek tek yakılmış üç kibrit
ilki görmek için tüm yüzünü senin
Gözlerini görmek için ikincisi
Sonuncusu dudaklarını
Ve kollarımda sımsıkı sararken seni
Koyu bir karanlık bütün bunları bana hatırlatmak için
Sanki bir film seyrediyor gibiyizdir bu şiirde. Bunlar hep sinemayı andıran görüntüler değil midir? Prévert sinema tekniğine başvurur çoğu zaman. Yarattığı kesin, somut görüntüler birbirini izler. Görüntüleri art arda sıralamadan önce herbirinin tadını çıkarır Prévert. Bazen hızlandırılmış ya da yavaşlatılmış yöntemlere başvurmaktan hoşlanır. Döküm/Envanter şiiri birinci yönteme, Sabah kahvaltısı ikincisine örnek gösterilebilir. Birincisinde alıcı, nesneleri art arda ve hızla çeker. İkincisinde kişilerin jestlerini ayrı ayrı ve yavaş yavaş verir.
Tamamen sinemaya özgü bu teknik Prévertin ikinci benliğidir. Tablo-şiirin yerine film-şiiri koyar. Prévert, bu senin yaptığın şiir değil, düpedüz sinema (film) denebilir buna. Oysa şiirin ta kendisidir bu.
Prévert katı, acımasız bir dünyanın soluk yansımaları olan görüntüleri sergileyen biri değildir sadece, o aynı zamanda, çağdaşlarımızdan birçoğunun gözünden kaçan sahici bir dünyanın yaratıcısıdır.
Bu jestler aşkın, bu tutumlar sefaletin, bu davranışlar küçük burjuva rahatlığın ifadesidirler ama aynı zamanda bu jestler, bu tutumlar, bu davranışlar bir musikiyi: kulak tırmalayıcı, kakafonik, nadiren kulağa hoş gelen, ritim dolu bir musikiyi, çağımızın sosyal ilişkilerinin ifadesi olan bir musikiyi veren bir bestenin notalarıdır sadece. Prévertin dünyası salt nesneler dünyası değil, nesnelerin,
kişilerin, kurumların bulundukları yere, oynadıkları role göre anlam kazandıkları bir dünyadır. Orkestrayı yönetmek, sesleri duyurmak, hayatı yansıtmak için ordadır O. Bundan dolayı, general, papaz, akademi üyesi kendilerini beğenmiş kof yaratıklara dönüşürler; çocuk, proleter, kadın, kuş çok hoş bir musikiyle dolup taşar. Mutluluğun güçleriyle, ölümün güçleri arasında bir mücadele başlar. Birinciler hayatı yaşanılır kılmayı amaçlayan bir sınıfın tüm umutlarıyla doludurlar; ikinciler ise üniformalı, madalyalı kadavralardır.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.