Mehmet Başaran Öğretmeniz Acıya Sürgün'de, çok güç koşullarda bilgi taşımayı kutsal bir görev bilen köy öğretmenlerini, toplumcu ve gerçekçi bir anlayışla ele alıyor. Devrimci, ilerici, aydın öğretmenlerin yoktan var ederek ortaya çıkardığı maddî ve manevî yapıların, eğitimi ve okumayı bir düşman gibi görenlerce nasıl yıkıldığını, "meslekî etik"ten taviz vermeyen öğretmenlerin nasıl kıyıma uğradığını öyküleştiriyor.
Öğretmeniz Acıya Sürgün'de, gerici baskılara direnen öğretmenlerin iftiraya uğramasını, bir "kurt kapanı"na düşürülmesini ve yasalara karşın keyfî iradenin egemenliğini de okuyoruz.
Önüne sürelen yazıyı elinin tersiyle itti:
“Beri bak efendi!” dedi, "seni de, çalımını da beğenmedim. Keşke kınadığın o sivriakıllılar gibi olabilseydin. Bir kuyruk acın olmalı ki, hınç çıkartırcasına konuşuyorsun. Mademki öğretmen gönderilmeyecek, kapatmıyorum okulumu da. Irgadın Muharrem derler bana. On dört yıllık Eğitmenim. Yetiştirdiğim öğrenciler, öbür ilkokullarda yetişmişlerden geri kalmadı. Siz gelip okulu kapatsanız bile ben Kocameşe altında, harmanyerinde, tarlalarda işimi sürdüreceğim.”
Kalkıp, kapıya doğruldu.
Müdür sapsarı kesilmişti, hırsından elleri titriyordu. Makamında kendisine nasıl böyle şeyler söylebilirdi bu adam? Emri dinlemiyor, hükümete dil uzatıyordu üstelik. "Keşke o sivriakıllılar kadar olabilseymişim.” Lafa bakındı bir... Herifte kafa bozuktu canım. İlgililere telefon edip suçüstü yaptırsa mıydı?
Eğitmen Muharrem, Dazlakkafalı'ya bir kez daha "Seni de senin gibi düşünenlerin de....” dercesine dik dik bakarak, kapıyı çarpıp çıktı.
(Irgadın Muharrem)
Mehmet Başaran Öğretmeniz Acıya Sürgün'de, çok güç koşullarda bilgi taşımayı kutsal bir görev bilen köy öğretmenlerini, toplumcu ve gerçekçi bir anlayışla ele alıyor. Devrimci, ilerici, aydın öğretmenlerin yoktan var ederek ortaya çıkardığı maddî ve manevî yapıların, eğitimi ve okumayı bir düşman gibi görenlerce nasıl yıkıldığını, "meslekî etik"ten taviz vermeyen öğretmenlerin nasıl kıyıma uğradığını öyküleştiriyor.
Öğretmeniz Acıya Sürgün'de, gerici baskılara direnen öğretmenlerin iftiraya uğramasını, bir "kurt kapanı"na düşürülmesini ve yasalara karşın keyfî iradenin egemenliğini de okuyoruz.
Önüne sürelen yazıyı elinin tersiyle itti:
“Beri bak efendi!” dedi, "seni de, çalımını da beğenmedim. Keşke kınadığın o sivriakıllılar gibi olabilseydin. Bir kuyruk acın olmalı ki, hınç çıkartırcasına konuşuyorsun. Mademki öğretmen gönderilmeyecek, kapatmıyorum okulumu da. Irgadın Muharrem derler bana. On dört yıllık Eğitmenim. Yetiştirdiğim öğrenciler, öbür ilkokullarda yetişmişlerden geri kalmadı. Siz gelip okulu kapatsanız bile ben Kocameşe altında, harmanyerinde, tarlalarda işimi sürdüreceğim.”
Kalkıp, kapıya doğruldu.
Müdür sapsarı kesilmişti, hırsından elleri titriyordu. Makamında kendisine nasıl böyle şeyler söylebilirdi bu adam? Emri dinlemiyor, hükümete dil uzatıyordu üstelik. "Keşke o sivriakıllılar kadar olabilseymişim.” Lafa bakındı bir... Herifte kafa bozuktu canım. İlgililere telefon edip suçüstü yaptırsa mıydı?
Eğitmen Muharrem, Dazlakkafalı'ya bir kez daha "Seni de senin gibi düşünenlerin de....” dercesine dik dik bakarak, kapıyı çarpıp çıktı.
(Irgadın Muharrem)