9789758833634
414171
https://www.sehadetkitap.com/urun/muhyiddin-ibn-arabiden-ismi-azam
Muhyiddin İbn Arabi'den İsmi A'zam
368.00
İsm-i a'zam'ı zikredecek kişinin, uyması zorunlu edeplerden birisinin de; bir an bile sapmadan kitâb ve sünnet'in zâhirindeki kurala uygun olarak, hem zâhirde, hem de bâtında tam bir istikâmet üzere olmasıdır. Sonra, hem düşüncelerinde, hem de aldığı her nefesteki murâkabe hâli öyle devamlı olmalıdır ki, her nefes alıp verişinin, Allah'tan, Allah ile ve Allah'a olduğunun bilincinde olmalıdır. Sonra, her hâlükârda ilâhî bir haşyet içerisinde bulunmalıdır. Zira Cenâb-ı Hak (cc.) şöyle buyurmaktadır: "Kulları arasından, anlama ve kavrama yeteneğine sahip, ve yalnızca mânevî bilgiye ehil olanlar Allah'tan hakkıyla Haşyet duyarlar." (Fâtır, 35/28)
İşte tüm bu özellikler ancak, ihlâsla, sıdk ve sadâkatla ve yersiz iddiâları terk ile gerçekleşebilir ki, bu hususta, ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın (cc.) Hz. Resulullah'a (s.) şu hitâbını da hiç akıldan çıkartmamak gerekir: "Ey Nebi! Allah'ın onların tevbelerini kabul etmesine yahut onları cezalandırmasına karar vermek senin işin değildir." (Âl-i İmrân, 3/128) Yani, bizim bu âyetten alacağımız ders; dâimî ve ebedî olarak, yalnızca mutlak kulluk dâiresinin içerisinde bulunmak ve bitmez tükenmez nefsânî arzularımızı mahv ve ifnâ ile meşgul olmaktır. Yine Cenâb-ı Hak (cc.) şöyle buyurmaktadır: "Siz ey imana ermiş olanlar! Derin bir duyarlılıkla Allah'a karşı sorumluluğunuzun hakkıyla bilincinde olun!" (Âl-i İmrân, 3/102)
İşte sorumluluk bilinci olan takvâ'nın hakkı, Allah Subhânehû ile birlikte, O'nun ismine ve O'na rehber olan Rasûlü ile tam bir edep içerisinde bulunmaktır. Zira bizler, şöyle emrolunduk: "Ki siz ey insanlar, Allah'a ve Nebi'sine inanasınız, O'nun izzetini takdir edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve sabahtan akşama O'nun şanını yüceltesiniz!" (Fetih, 48/9)
İsm-i a'zam'ı zikredecek kişinin, uyması zorunlu edeplerden birisinin de; bir an bile sapmadan kitâb ve sünnet'in zâhirindeki kurala uygun olarak, hem zâhirde, hem de bâtında tam bir istikâmet üzere olmasıdır. Sonra, hem düşüncelerinde, hem de aldığı her nefesteki murâkabe hâli öyle devamlı olmalıdır ki, her nefes alıp verişinin, Allah'tan, Allah ile ve Allah'a olduğunun bilincinde olmalıdır. Sonra, her hâlükârda ilâhî bir haşyet içerisinde bulunmalıdır. Zira Cenâb-ı Hak (cc.) şöyle buyurmaktadır: "Kulları arasından, anlama ve kavrama yeteneğine sahip, ve yalnızca mânevî bilgiye ehil olanlar Allah'tan hakkıyla Haşyet duyarlar." (Fâtır, 35/28)
İşte tüm bu özellikler ancak, ihlâsla, sıdk ve sadâkatla ve yersiz iddiâları terk ile gerçekleşebilir ki, bu hususta, ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın (cc.) Hz. Resulullah'a (s.) şu hitâbını da hiç akıldan çıkartmamak gerekir: "Ey Nebi! Allah'ın onların tevbelerini kabul etmesine yahut onları cezalandırmasına karar vermek senin işin değildir." (Âl-i İmrân, 3/128) Yani, bizim bu âyetten alacağımız ders; dâimî ve ebedî olarak, yalnızca mutlak kulluk dâiresinin içerisinde bulunmak ve bitmez tükenmez nefsânî arzularımızı mahv ve ifnâ ile meşgul olmaktır. Yine Cenâb-ı Hak (cc.) şöyle buyurmaktadır: "Siz ey imana ermiş olanlar! Derin bir duyarlılıkla Allah'a karşı sorumluluğunuzun hakkıyla bilincinde olun!" (Âl-i İmrân, 3/102)
İşte sorumluluk bilinci olan takvâ'nın hakkı, Allah Subhânehû ile birlikte, O'nun ismine ve O'na rehber olan Rasûlü ile tam bir edep içerisinde bulunmaktır. Zira bizler, şöyle emrolunduk: "Ki siz ey insanlar, Allah'a ve Nebi'sine inanasınız, O'nun izzetini takdir edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve sabahtan akşama O'nun şanını yüceltesiniz!" (Fetih, 48/9)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.