Bu işlem için üye girişi yapmanız gerekiyor
9789754648782
573948
https://www.sehadetkitap.com/urun/medeni-usul-hukukunda-aleyhe-bozma-yasagi
Medenî Usul Hukukunda Aleyhe Bozma Yasağı
184.00
Türk hukukunda aleyhe bozma yasağına açık bir şekilde yer veren tek usul kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunudur. Nitekim, adı geçen Kanunun 283 üncü maddesine göre, “İstinaf yoluna sanık lehine başvurulmuşsa, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz”[1]. Aleyhe değiştirme (bozma) yasağının, ceza yargılamasında aynı şekilde temyiz ve yargılamanın yenilenmesi yolları bakımından da geçerli olduğu, pozitif düzenlemelerle açıkça belirtilmiştir. Bu çerçevede, ceza muhakemesinde, temyize ilişkin olarak Ceza Muhakemesi Kanununun 307 nci maddesinin 4 üncü fıkrasında, yargılamanın yenilenmesine ilişkin olarak ise, aynı Kanunun 323 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında, bu yollara sadece sanık veya hükümlü tarafından yahut onun lehine olarak başvurulmuş olması halinde, önceki hükümden daha ağır bir cezaya hükmolunamayacağı açıkça düzenlenmiştir. Buna karşılık medeni usul hukukunda böyle bir yasağın mevcudiyetini açık şekilde düzenleyen hükümler değil, sadece bu yasağın kendilerinden sonuç olarak çıkarıldığı müesseseler ile bunlara ilişkin (dolaylı) düzenlemeler mevcuttur. Bu düzenlemelerin başında, esas itibariyle mahkemenin tarafların talepleriyle bağlı olmasını öngören “taleple bağlılık” kuralı ve bunu öngören HMK.m.26 hükmüdür. Hukuk Muhakemeleri Kanununun yukarıda işaret edilen 26 ncı maddesi, mahkemenin tarafların talepleriyle bağlı olmasını şöyle formüle etmektedir: “(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. (2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.” Taleple bağlılık ilkesine böylece açık bir ifadeyle yer veren HMK.m.26 düzenlemesinin yanında, aynı ilkeyi destekleyen başkaca kurumların ve bunlara ilişkin düzenlemelerin Hukuk Muhakemeleri Kanununda mevcut olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle yargılamanın seyir ve akıbetine tarafların etki etmesi sadedindeki bütün müesseselerin ve düzenlemelerin konuyla, dolaylı şekilde de olsa, ilgili bulunduğu açıktır. Bunlar arasında özellikle tasarruf ilkesi (HMK.m.24)[2], taraflarca getirilme ilkesi (HMK.m.25)[3], davadan feragat (HMK.m.307), davanın kabulü (HMK.m.308), sulh (HMK.m.313) ve davanın geri alınması (HMK.m.123) müesseseleri sayılabilir[4]. Taleple bağlılık ilkesinin istinaf incelemesi bakımından da geçerli olduğu sonucuna ulaşmak için Hukuk Muhakemeleri Kanununun özellikle iki düzenlemesini hatırlamak kâfidir. Bunlardan birincisi Hukuk Muhakemeleri Kanununun 355 inci maddesidir. Buna göre, istinafta “İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.” İkinci düzenleme ise Hukuk Muhakemeleri Kanununun 360 ıncı maddesidir. Buna madde gereğince, “Bu Bölümde aksine hüküm bulunmayan hâllerde, ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulü, bölge adliye mahkemesinde de uygulanır.”[5] Buna karşılık, taleple bağlılık ilkesinin temyiz incelemesi bakımından da geçerli olduğu sonucuna ulaşmak için bu kadar açık bir düzenleme yoktur. Hatta, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 369 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir” şeklindeki düzenleme dikkate alındığında, ilk bakışta tam tersine bir sonucun öngörülmüş olduğu düşünülebilir. Ancak, bu düzenlemenin sadece “temyiz sebepleri” bağlamında değerlendirileceği, bunların esas itibariyle “hukukun yanlış uygulanması” sadedinde zaten böyle bir kural olmasa bile hâkim tarafından re'sen gözetilmek gerektiği (HMK.m.33), bunların re'sen gözetilmesiyle taleple bağlılık kuralının dışına çıkılmış olunmayacağı, bilâkis, temyiz iradesinin iletilmesinin netice itibariyle talebi de (bozma talebini) kapsadığı ve onunla birlikte mahkemeye sunulmuş bulunduğu düşünülmelidir. Diğer bir ifadeyle, talep temyize (bozmaya) yöneliktir, Yargıtay bu istemle bağlıdır, talep olmaksızın temyiz incelemesi (re'sen temyiz) medenî usul hukukunda mevcut değildir. Temyiz sebebi ise, (mevcut ve iletilmiş) talebin kabul edilebilirliği bakımından önem taşıyan bir husus olmakla, ondan tamamen farklıdır. Öte yandan, sistematik yorum da, taleple bağlılığı düzenleyen HMK.m.26 hükmünün temyiz aşamasında da geçerli olduğu sonucuna ulaşmayı gerektirir. Zira, HMK.m.26, Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Genel Hükümler” adlı “Birinci Kısmı”nın “Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler” başlıklı “İkinci Bölüm”ünde yer almaktadır. Sadece ilk derece yargılaması için değil, kanun yolları da dahil olmak üzere, bütün bir yargılama süreci bakımından geçerli oldukları tartışmasız bulunan bu ilkeler arasında yer almaklığı itibariyle, “taleple bağlılık (HMK.m.26)” ilkesinin temyiz incelemesi açısından da dikkate alınması gerektiği hususunda tereddüde mahal yoktur[6]. Bu noktada, mukayese yapmak ve değerlendirmede göz önünde tutmak amacıyla, Alman hukukuna da kısaca bir göz atmakta fayda görmekteyiz. Aleyhe bozma (değiştirme) yasağı, Alman medeni usul hukukunun pozitif kaynakları arasında açık bir düzenlemeye kavuşturulmamıştır. Bu hukuk sisteminde de, hâkim görüş, söz konusu yasağın pozitif hukuktaki dayanağı olarak, taleple bağlılık ilkesi ve ona ilişkin yasal düzenlemeleri esas almaktadır[7]. Nitekim ilk derece yargılaması bakımından § 308 ZPO, hâkimin talep edilmeyen bir şeye karar veremeyeceğini düzenlemekte; bu kuralın sadece ilk derece mahkemelerinde değil, kanun yolu incelemesi sırasında da geçerli olduğu kabul edilmektedir[8]. Bunun yanında, taleple bağlılık ilkesinin istinaf (Berufung) bakımından da geçerli olduğu ayrıca düzenlenmiştir. Bu doğrultuda olmak üzere, § 528, c. 2 ZPO, ilk derece mahkemesi kararının ancak talep ölçüsünde değiştirilebilmesini öngörmektedir[9]. Benzer bir düzenleme temyiz (Revision) için de mevcuttur. Nitekim § 557, I ZPO, temyiz incelemesinin sadece tarafların talepleri ile sınırlı olarak yapılmasını açıkça hükme bağlamaktadır[10]. Belirtmek gerekir ki, Alman hukukunda söz konusu bu düzenlemelerin Kanunda (ZPO) kendilerine yer bulmaları, başlangıçta aleyhe bozma (değiştirme) yasağı amacına yönelik olmamıştır. Nitekim, bugün hala yürürlükte bulunan 30 Ocak 1877 tarihli Alman Medeni Usul Kanununun yapım sürecinde bu konunu tartışılmıştır. Federal Konsey (Bundesrat) tarafından kabul edilip 29 Ekim 1874 tarihinde İmparatorluk Meclisine (Reichstag) sunulan Tasarının 477 nci paragrafı şöyleydi: “İlk derecede verilen (istinafta) değiştirilebilmesi, böyle bir değişikliğin talep edilmiş bulunmasına bağlıdır”. Kanunun (ZPO) bugünkü 528 inci maddesinde yer alan düzenlemeyle lafzen büyük ölçüde örtüşüyor olsa da, bu düzenlemenin o zamanki amacı (kanunun gerekçesine göre) istinafın aktarıcı etkisini (Devolutiveffekt) belirtmekti[11]. Bununla birlikte tasarının İmparatorluk Meclisindeki müzakereleri sırasında, istinaf incelemesi sonunda, ilk derece mahkemesi kararının aktarılmış (henüz kesinleşmemiş) kısmının istinaf başvurusunda bulunan tarafın aleyhine olarak da değiştirilebilmesi gerektiği ileri sürülerek, Tasarıdaki hükmün ya tamamen kaldırılması yahut bu istikamette değiştirilmesi teklif edilmiş, aksi halde bunun çok mantıksız sonuçlara yol açacağı iddia edilmişti. Ancak bu teklif ve iddia itibar görmemiş, ilgili hüküm 498 inci paragraf olarak Alman Medeni Usul Kanununa girmiştir. Taleple bağlılığı temyiz açısından düzenleyen 522 nci paragraf hükmü de, bugün muhtevasını olduğu gibi koruduğu haliyle (§ 557 ZPO), aynı şekilde yasalaşmıştır[12]. 27 Temmuz 2001 tarihli Alman Medeni Usul Hukuku Reform Kanununun gerekçesinde aleyhe bozma (değiştirme) yasağından hiç söz edilmemiş, taleple bağlılığı düzenleyen 522 ve 557 nci paragrafların metinlerine yer verilmekle yetinilmiştir. Bunda, öğreti ve uygulamada yerleşmiş ve içeriği ile sınırları üzerinde büyük ölçüde mutabakat sağlanmış olan bu müesseseye Alman kanun koyucusunun dokunmama isteğinin etkili olduğu kabul edilmektedir[13]. Çekişmesiz yargıya ilişkin ayrı bir kanunumuz mevcut olmamakla birlikte, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, bu alana özgü özel usul kuralları sevk etmiştir (bkz. HMK.m.383 vd.). Bunlar arasında yer alan “Çekişmesiz yargı işlerinde aksine bir hüküm bulunmadıkça resen araştırma ilkesi geçerlidir” (HMK.m.385,II) şeklindeki düzenlemeden, çekişmesiz yargıda taleple bağlılık ilkesinin geçerli olmadığı sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Zira, re'sen araştırma ilkesi her ne kadar sonucu itibariyle talebin haklılığı bakımından neticeye etki edecek nitelikteyse de, esası itibariyle vakıaların toplanmasına ilişkindir. Dolayısıyla, bundan hareket etmek doğru olmayacaktır. Buna karşılık, çekişmesiz yargı işlerinin belirlenmesinde kullanılacak olan ölçütler arasında yer alan “Hâkimin resen harekete geçtiği hâller” (HMK.m.382,I/c) doğrudan doğruya “taleple bağlılık” kuralına istisna niteliğindedir. Bu kapsamdaki işler bakımından taleple bağlılık ilkesinin ve dolayısıyla aleyhe bozma (değiştirme) yasağının geçerli olmayacağı rahatlıkla ileri sürülebilir.
Türk hukukunda aleyhe bozma yasağına açık bir şekilde yer veren tek usul kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunudur. Nitekim, adı geçen Kanunun 283 üncü maddesine göre, “İstinaf yoluna sanık lehine başvurulmuşsa, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz”[1]. Aleyhe değiştirme (bozma) yasağının, ceza yargılamasında aynı şekilde temyiz ve yargılamanın yenilenmesi yolları bakımından da geçerli olduğu, pozitif düzenlemelerle açıkça belirtilmiştir. Bu çerçevede, ceza muhakemesinde, temyize ilişkin olarak Ceza Muhakemesi Kanununun 307 nci maddesinin 4 üncü fıkrasında, yargılamanın yenilenmesine ilişkin olarak ise, aynı Kanunun 323 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında, bu yollara sadece sanık veya hükümlü tarafından yahut onun lehine olarak başvurulmuş olması halinde, önceki hükümden daha ağır bir cezaya hükmolunamayacağı açıkça düzenlenmiştir. Buna karşılık medeni usul hukukunda böyle bir yasağın mevcudiyetini açık şekilde düzenleyen hükümler değil, sadece bu yasağın kendilerinden sonuç olarak çıkarıldığı müesseseler ile bunlara ilişkin (dolaylı) düzenlemeler mevcuttur. Bu düzenlemelerin başında, esas itibariyle mahkemenin tarafların talepleriyle bağlı olmasını öngören “taleple bağlılık” kuralı ve bunu öngören HMK.m.26 hükmüdür. Hukuk Muhakemeleri Kanununun yukarıda işaret edilen 26 ncı maddesi, mahkemenin tarafların talepleriyle bağlı olmasını şöyle formüle etmektedir: “(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. (2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.” Taleple bağlılık ilkesine böylece açık bir ifadeyle yer veren HMK.m.26 düzenlemesinin yanında, aynı ilkeyi destekleyen başkaca kurumların ve bunlara ilişkin düzenlemelerin Hukuk Muhakemeleri Kanununda mevcut olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle yargılamanın seyir ve akıbetine tarafların etki etmesi sadedindeki bütün müesseselerin ve düzenlemelerin konuyla, dolaylı şekilde de olsa, ilgili bulunduğu açıktır. Bunlar arasında özellikle tasarruf ilkesi (HMK.m.24)[2], taraflarca getirilme ilkesi (HMK.m.25)[3], davadan feragat (HMK.m.307), davanın kabulü (HMK.m.308), sulh (HMK.m.313) ve davanın geri alınması (HMK.m.123) müesseseleri sayılabilir[4]. Taleple bağlılık ilkesinin istinaf incelemesi bakımından da geçerli olduğu sonucuna ulaşmak için Hukuk Muhakemeleri Kanununun özellikle iki düzenlemesini hatırlamak kâfidir. Bunlardan birincisi Hukuk Muhakemeleri Kanununun 355 inci maddesidir. Buna göre, istinafta “İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.” İkinci düzenleme ise Hukuk Muhakemeleri Kanununun 360 ıncı maddesidir. Buna madde gereğince, “Bu Bölümde aksine hüküm bulunmayan hâllerde, ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulü, bölge adliye mahkemesinde de uygulanır.”[5] Buna karşılık, taleple bağlılık ilkesinin temyiz incelemesi bakımından da geçerli olduğu sonucuna ulaşmak için bu kadar açık bir düzenleme yoktur. Hatta, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 369 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir” şeklindeki düzenleme dikkate alındığında, ilk bakışta tam tersine bir sonucun öngörülmüş olduğu düşünülebilir. Ancak, bu düzenlemenin sadece “temyiz sebepleri” bağlamında değerlendirileceği, bunların esas itibariyle “hukukun yanlış uygulanması” sadedinde zaten böyle bir kural olmasa bile hâkim tarafından re'sen gözetilmek gerektiği (HMK.m.33), bunların re'sen gözetilmesiyle taleple bağlılık kuralının dışına çıkılmış olunmayacağı, bilâkis, temyiz iradesinin iletilmesinin netice itibariyle talebi de (bozma talebini) kapsadığı ve onunla birlikte mahkemeye sunulmuş bulunduğu düşünülmelidir. Diğer bir ifadeyle, talep temyize (bozmaya) yöneliktir, Yargıtay bu istemle bağlıdır, talep olmaksızın temyiz incelemesi (re'sen temyiz) medenî usul hukukunda mevcut değildir. Temyiz sebebi ise, (mevcut ve iletilmiş) talebin kabul edilebilirliği bakımından önem taşıyan bir husus olmakla, ondan tamamen farklıdır. Öte yandan, sistematik yorum da, taleple bağlılığı düzenleyen HMK.m.26 hükmünün temyiz aşamasında da geçerli olduğu sonucuna ulaşmayı gerektirir. Zira, HMK.m.26, Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Genel Hükümler” adlı “Birinci Kısmı”nın “Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler” başlıklı “İkinci Bölüm”ünde yer almaktadır. Sadece ilk derece yargılaması için değil, kanun yolları da dahil olmak üzere, bütün bir yargılama süreci bakımından geçerli oldukları tartışmasız bulunan bu ilkeler arasında yer almaklığı itibariyle, “taleple bağlılık (HMK.m.26)” ilkesinin temyiz incelemesi açısından da dikkate alınması gerektiği hususunda tereddüde mahal yoktur[6]. Bu noktada, mukayese yapmak ve değerlendirmede göz önünde tutmak amacıyla, Alman hukukuna da kısaca bir göz atmakta fayda görmekteyiz. Aleyhe bozma (değiştirme) yasağı, Alman medeni usul hukukunun pozitif kaynakları arasında açık bir düzenlemeye kavuşturulmamıştır. Bu hukuk sisteminde de, hâkim görüş, söz konusu yasağın pozitif hukuktaki dayanağı olarak, taleple bağlılık ilkesi ve ona ilişkin yasal düzenlemeleri esas almaktadır[7]. Nitekim ilk derece yargılaması bakımından § 308 ZPO, hâkimin talep edilmeyen bir şeye karar veremeyeceğini düzenlemekte; bu kuralın sadece ilk derece mahkemelerinde değil, kanun yolu incelemesi sırasında da geçerli olduğu kabul edilmektedir[8]. Bunun yanında, taleple bağlılık ilkesinin istinaf (Berufung) bakımından da geçerli olduğu ayrıca düzenlenmiştir. Bu doğrultuda olmak üzere, § 528, c. 2 ZPO, ilk derece mahkemesi kararının ancak talep ölçüsünde değiştirilebilmesini öngörmektedir[9]. Benzer bir düzenleme temyiz (Revision) için de mevcuttur. Nitekim § 557, I ZPO, temyiz incelemesinin sadece tarafların talepleri ile sınırlı olarak yapılmasını açıkça hükme bağlamaktadır[10]. Belirtmek gerekir ki, Alman hukukunda söz konusu bu düzenlemelerin Kanunda (ZPO) kendilerine yer bulmaları, başlangıçta aleyhe bozma (değiştirme) yasağı amacına yönelik olmamıştır. Nitekim, bugün hala yürürlükte bulunan 30 Ocak 1877 tarihli Alman Medeni Usul Kanununun yapım sürecinde bu konunu tartışılmıştır. Federal Konsey (Bundesrat) tarafından kabul edilip 29 Ekim 1874 tarihinde İmparatorluk Meclisine (Reichstag) sunulan Tasarının 477 nci paragrafı şöyleydi: “İlk derecede verilen (istinafta) değiştirilebilmesi, böyle bir değişikliğin talep edilmiş bulunmasına bağlıdır”. Kanunun (ZPO) bugünkü 528 inci maddesinde yer alan düzenlemeyle lafzen büyük ölçüde örtüşüyor olsa da, bu düzenlemenin o zamanki amacı (kanunun gerekçesine göre) istinafın aktarıcı etkisini (Devolutiveffekt) belirtmekti[11]. Bununla birlikte tasarının İmparatorluk Meclisindeki müzakereleri sırasında, istinaf incelemesi sonunda, ilk derece mahkemesi kararının aktarılmış (henüz kesinleşmemiş) kısmının istinaf başvurusunda bulunan tarafın aleyhine olarak da değiştirilebilmesi gerektiği ileri sürülerek, Tasarıdaki hükmün ya tamamen kaldırılması yahut bu istikamette değiştirilmesi teklif edilmiş, aksi halde bunun çok mantıksız sonuçlara yol açacağı iddia edilmişti. Ancak bu teklif ve iddia itibar görmemiş, ilgili hüküm 498 inci paragraf olarak Alman Medeni Usul Kanununa girmiştir. Taleple bağlılığı temyiz açısından düzenleyen 522 nci paragraf hükmü de, bugün muhtevasını olduğu gibi koruduğu haliyle (§ 557 ZPO), aynı şekilde yasalaşmıştır[12]. 27 Temmuz 2001 tarihli Alman Medeni Usul Hukuku Reform Kanununun gerekçesinde aleyhe bozma (değiştirme) yasağından hiç söz edilmemiş, taleple bağlılığı düzenleyen 522 ve 557 nci paragrafların metinlerine yer verilmekle yetinilmiştir. Bunda, öğreti ve uygulamada yerleşmiş ve içeriği ile sınırları üzerinde büyük ölçüde mutabakat sağlanmış olan bu müesseseye Alman kanun koyucusunun dokunmama isteğinin etkili olduğu kabul edilmektedir[13]. Çekişmesiz yargıya ilişkin ayrı bir kanunumuz mevcut olmamakla birlikte, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, bu alana özgü özel usul kuralları sevk etmiştir (bkz. HMK.m.383 vd.). Bunlar arasında yer alan “Çekişmesiz yargı işlerinde aksine bir hüküm bulunmadıkça resen araştırma ilkesi geçerlidir” (HMK.m.385,II) şeklindeki düzenlemeden, çekişmesiz yargıda taleple bağlılık ilkesinin geçerli olmadığı sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Zira, re'sen araştırma ilkesi her ne kadar sonucu itibariyle talebin haklılığı bakımından neticeye etki edecek nitelikteyse de, esası itibariyle vakıaların toplanmasına ilişkindir. Dolayısıyla, bundan hareket etmek doğru olmayacaktır. Buna karşılık, çekişmesiz yargı işlerinin belirlenmesinde kullanılacak olan ölçütler arasında yer alan “Hâkimin resen harekete geçtiği hâller” (HMK.m.382,I/c) doğrudan doğruya “taleple bağlılık” kuralına istisna niteliğindedir. Bu kapsamdaki işler bakımından taleple bağlılık ilkesinin ve dolayısıyla aleyhe bozma (değiştirme) yasağının geçerli olmayacağı rahatlıkla ileri sürülebilir.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.