Marx'ın Ekolojik-İktisat ve Doğa Üzerine Düşünceleri; Sosyalist ve Ekolojik Bir Uygarlık için Tezler I

Stok Kodu:
9786058773783
Boyut:
160-240-0
Sayfa Sayısı:
366
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2013-03-01
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
%8 indirimli
89,00TL
81,88TL
Havale/EFT ile: 73,69TL
9786058773783
637738
Marx'ın Ekolojik-İktisat ve Doğa Üzerine Düşünceleri; Sosyalist ve Ekolojik Bir Uygarlık için Tezler I
Marx'ın Ekolojik-İktisat ve Doğa Üzerine Düşünceleri; Sosyalist ve Ekolojik Bir Uygarlık için Tezler I
81.88
Kitap Liu Sihuanın Marksist Ekolojik-iktisat: Sosyalist ve Ekolojik Bir Uygarlık için Tezler başlıklı eserinin birinci cildidir. Yayınevimiz yazarın bu eserini iki cilt halinde yayınlamaktadır. Birinci kitap Marxın doğa ve ekolojik-iktisat üzerine düşünsel kaynaklarını tartışmakta, ikinci kitap ise doğrudan Marxın ekolojik-iktisat teorilerini incelemektedir. Liu Sihua 1980lerin ortalarından bu yana Çinde ekolojik-iktisadın ve aynı zamanda sürdürülebilir iktisadın bağımsız bir bilim dalı haline gelmesi ve Çinin gelişme pratiğinde merkezi konuma gelebilmesi için çaba sarf eden, bu alandaki önde gelen araştırmacılardandır. Kendisi aynı zamanda Ekolojik Uygarlık ve Sürdürülebilir Ekonomi Araştırmaları Merkezinin onursal başkanıdır. Marx neden ekoloji merkezli düşünmüş, neden doğanın özgürleşmesi gerektiğini savunmuş ve insanın doğadaki güzellik yasaları gereğince üretmesi gerektiğini önermişti? Neden sosyo-ekonomik yapıların gelişiminin doğal-tarihsel bir süreç olduğunu ve insanın, toplumun ve doğanın özgürlüğünün ayrılmaz bir bütün olduğunu savunmuştu? Çünkü, daha o günlerde kapitalist üretimin insan ile doğa arasındaki yabancılaşma ve çatışmayı had safhaya çıkarma eğilimi açığa çıkmış ve bu durumu aşmak için öncelikle insanlar arasındaki ilişkilerin dönüştürülmesi gerekmişti. Çünkü, kapitalizm bir yandan insan ile doğa arasındaki maddesel alışveriş sürecini habis bir döngüye dönüştürmüş, diğer yandan özgür emeğin kendi doğasına yabancılaşmasının en sefil belirimlerini ortaya çıkarmıştı. Oysa Marxa göre bu maddesel alışveriş süreci, bir yandan insan ile doğa arasındaki en temel ilişki idi, diğer yandan ekonomik alan ile doğal-ekolojik sistem arasındaki en önemli bağlantı idi. Kapitalizm bu alışveriş döngülerini tahrip etmekteydi. Bu alışveriş aynı zamanda insanın üretken emek süreci idi, ve Marx emeği şöyle tanımlamıştı: Emek, öncelikle insan ile doğa arasındaki bir süreçtir, insanın kendisi ile doğa arasında maddesel alışverişi, başlattığı, düzenlediği ve kontrol ettiği bir süreçtir. 1980li yıllara kadar Marxın bu önemli görüşleri yeterince incelenmemiş ve güncel anlamları tartışılmamıştı. Eser Marxın en az bilinen doğa, ekoloji ve ekolojik-iktisat üzerine teorilerini kapsamlı bir biçimde sunmuş olmaktadır. Marx daha ilk eserlerinden itibaren natüralizmi, hümanizm ile birleştirmiş ve komünizmi natüralizmin ve hümanizmin en gelişkin olduğu, doğanın hakiki anlamda yeniden doğuşunun başlayacağı toplumsal yapı olacak tanımlamıştır. Bu yeni toplumsal yapı, insan ile doğa arasındaki çelişmelerin tam çözümünü başaracak, insan ile doğa arasındaki maddesel alışveriş sürecini rasyonel ve optimal bir biçimde düzenleyebilecektir. Marxa göre insan doğadaki güzelliğin yasaları doğrultusunda üretmeyi hedeflemelidir ve bu en yüksek idealdir. Yüksek düzeyde toplumsallaşmış olan bireyin özgürlüğü ve tam gelişmesi, bu toplumdaki tüm bireylerin özgürlüğünün ön koşulu olacaktır. İnsanın emek sürecinde yaşadığı yabancılaşma, aslında insanın doğa ile içine girdiği maddesel alışveriş sürecinde bir yandan kendi öz doğasına, diğer yandan insanın inorganik doğası olan dışsal doğaya yabancılaşmasıdır. Bu yabancılaşma ve insanın bu çarpık gelişmesi kapitalizmin aşılması ve sosyalizme geçişin kaçınılmazlığının temelidir, çünkü kapitalizm yalnızca emeği değil, beraberinde doğayı-insan doğası dahil- sömürmekte ve tahrip etmektedir. Ekolojinin içsel olgu haline gelmesi: Ekonomik insanın aşılması Klasik iktisadi bakıştan farklı olarak, Marksist ekolojik-iktisadın birinci teorik çıkış noktası, doğal-ekolojik kaynakların sınırlarının bulunduğu varsayımıdır, burjuva iktisadının ekonomik insan kategorisi aşılmalı ekonomik-ekolojik-toplumsal insan kategorisine geçilmelidir. Doğal kaynakların sınırsız olduğu ve insanın maddi zenginleşme ve ekonomik büyüme için-- bunları sınırsız ve bedelsiz bir biçimde kullanabileceği görüşü çıkmaza girmiştir. Oysa doğanın, yaşamımızı ve ekonomiyi destekleme kapasitesi sınırsız değildir.Marxın Kapitalde savunduğu geri dönüşüm ekonominin gündemine girmesi için dünyanın önce insani ve ekonomik atıklarla bir çöplüğe dönüşmesi beklenmiş, maddi zenginleşme gibi, tüketim de sınırsız bir biçimde teşvik edilmiş, doğanın yağmalanması ve sömürülmesi had safhaya ulaşmıştır. Klasik iktisadi bakıştan farklı olarak Marksist ekolojik-iktisadın ikinci teorik çıkış noktası, ekolojik gelişmenin sosyo-ekonomik sürecin içsel ve organik bir parçası olduğu görüşüdür, bu anlamda sosyo-ekonomik (ekonomik toplumsal) yapı kategorisi bilimsel araştırmaya yanıt veremediği için ekolojik-ekonomik toplumsal yapı kategorisi günümüz dünyasının gerçeklerini daha iyi bir biçimde yansıtmaktadır. Bir yandan insan ile doğa arasındaki, diğer yandan sosyo-ekonomik süreç ile doğal-ekolojik sistem arasındaki etkileşim tarzının eskisinden daha farklı yeni bir evreye girdiği bir gerçekliktir. Kapitalist sosyo-ekonomik yapının krizi sadece toplumsal, ekonomik krizler ve askeri çıkar savaşları, silahlanma yarışı biçiminde değil aynı zamanda bir ekolojik, kültürel, gelişme ve dahası topyekun bir uygarlık krizi olarak belirmeye başlamıştır. Küreselleşme süreci bir yandan bütün bu çelişmelerin dünya ölçeğinde yayılmasını hızlandırmış, diğer yandan dünya halklarını tek bir dünya tarihinin parçası haline getirerek, daha da yakınlaştırmıştır. Böylece dünya toplumları istisnasız tüm ülkelerde ve bölgelerde farklı belirimler içinde ortaya çıkan fakat yalnızca kapitalizmin aşılması ve sosyalizme geçiş ile çözülebilecek çok yönlü çelişmeleri biriktirmektedir. Örneğin son dönemde Japon enerji tekellerinin kar hırsı ve dar görüşlülüğü sonucunda milyonlarca Japon vatandaşı nükleer bir çevre felaketi ile yüz yüze kalmıştır. 20. yüzyılın yaşayan sosyalizmi de genellikle Marxın ekolojik-iktisadi bakış açısını kavrayamamış ve batı iktisadının ekolojik çevreyi ikincil ve dışsal öğe gören, saf ekonomist yaklaşımının ötesine geçememiştir. Liu Sihuaya göre bugün herhangi bir hakiki sosyalist gelişme pratiği adına layık olabilmeyi ancak ve ancak ekoloji ve sürdürebilir gelişme alanındaki pratiği ile diğer deyişle bir yandan insan ile doğa, diğer yandan ekonomi
Kitap Liu Sihuanın Marksist Ekolojik-iktisat: Sosyalist ve Ekolojik Bir Uygarlık için Tezler başlıklı eserinin birinci cildidir. Yayınevimiz yazarın bu eserini iki cilt halinde yayınlamaktadır. Birinci kitap Marxın doğa ve ekolojik-iktisat üzerine düşünsel kaynaklarını tartışmakta, ikinci kitap ise doğrudan Marxın ekolojik-iktisat teorilerini incelemektedir. Liu Sihua 1980lerin ortalarından bu yana Çinde ekolojik-iktisadın ve aynı zamanda sürdürülebilir iktisadın bağımsız bir bilim dalı haline gelmesi ve Çinin gelişme pratiğinde merkezi konuma gelebilmesi için çaba sarf eden, bu alandaki önde gelen araştırmacılardandır. Kendisi aynı zamanda Ekolojik Uygarlık ve Sürdürülebilir Ekonomi Araştırmaları Merkezinin onursal başkanıdır. Marx neden ekoloji merkezli düşünmüş, neden doğanın özgürleşmesi gerektiğini savunmuş ve insanın doğadaki güzellik yasaları gereğince üretmesi gerektiğini önermişti? Neden sosyo-ekonomik yapıların gelişiminin doğal-tarihsel bir süreç olduğunu ve insanın, toplumun ve doğanın özgürlüğünün ayrılmaz bir bütün olduğunu savunmuştu? Çünkü, daha o günlerde kapitalist üretimin insan ile doğa arasındaki yabancılaşma ve çatışmayı had safhaya çıkarma eğilimi açığa çıkmış ve bu durumu aşmak için öncelikle insanlar arasındaki ilişkilerin dönüştürülmesi gerekmişti. Çünkü, kapitalizm bir yandan insan ile doğa arasındaki maddesel alışveriş sürecini habis bir döngüye dönüştürmüş, diğer yandan özgür emeğin kendi doğasına yabancılaşmasının en sefil belirimlerini ortaya çıkarmıştı. Oysa Marxa göre bu maddesel alışveriş süreci, bir yandan insan ile doğa arasındaki en temel ilişki idi, diğer yandan ekonomik alan ile doğal-ekolojik sistem arasındaki en önemli bağlantı idi. Kapitalizm bu alışveriş döngülerini tahrip etmekteydi. Bu alışveriş aynı zamanda insanın üretken emek süreci idi, ve Marx emeği şöyle tanımlamıştı: Emek, öncelikle insan ile doğa arasındaki bir süreçtir, insanın kendisi ile doğa arasında maddesel alışverişi, başlattığı, düzenlediği ve kontrol ettiği bir süreçtir. 1980li yıllara kadar Marxın bu önemli görüşleri yeterince incelenmemiş ve güncel anlamları tartışılmamıştı. Eser Marxın en az bilinen doğa, ekoloji ve ekolojik-iktisat üzerine teorilerini kapsamlı bir biçimde sunmuş olmaktadır. Marx daha ilk eserlerinden itibaren natüralizmi, hümanizm ile birleştirmiş ve komünizmi natüralizmin ve hümanizmin en gelişkin olduğu, doğanın hakiki anlamda yeniden doğuşunun başlayacağı toplumsal yapı olacak tanımlamıştır. Bu yeni toplumsal yapı, insan ile doğa arasındaki çelişmelerin tam çözümünü başaracak, insan ile doğa arasındaki maddesel alışveriş sürecini rasyonel ve optimal bir biçimde düzenleyebilecektir. Marxa göre insan doğadaki güzelliğin yasaları doğrultusunda üretmeyi hedeflemelidir ve bu en yüksek idealdir. Yüksek düzeyde toplumsallaşmış olan bireyin özgürlüğü ve tam gelişmesi, bu toplumdaki tüm bireylerin özgürlüğünün ön koşulu olacaktır. İnsanın emek sürecinde yaşadığı yabancılaşma, aslında insanın doğa ile içine girdiği maddesel alışveriş sürecinde bir yandan kendi öz doğasına, diğer yandan insanın inorganik doğası olan dışsal doğaya yabancılaşmasıdır. Bu yabancılaşma ve insanın bu çarpık gelişmesi kapitalizmin aşılması ve sosyalizme geçişin kaçınılmazlığının temelidir, çünkü kapitalizm yalnızca emeği değil, beraberinde doğayı-insan doğası dahil- sömürmekte ve tahrip etmektedir. Ekolojinin içsel olgu haline gelmesi: Ekonomik insanın aşılması Klasik iktisadi bakıştan farklı olarak, Marksist ekolojik-iktisadın birinci teorik çıkış noktası, doğal-ekolojik kaynakların sınırlarının bulunduğu varsayımıdır, burjuva iktisadının ekonomik insan kategorisi aşılmalı ekonomik-ekolojik-toplumsal insan kategorisine geçilmelidir. Doğal kaynakların sınırsız olduğu ve insanın maddi zenginleşme ve ekonomik büyüme için-- bunları sınırsız ve bedelsiz bir biçimde kullanabileceği görüşü çıkmaza girmiştir. Oysa doğanın, yaşamımızı ve ekonomiyi destekleme kapasitesi sınırsız değildir.Marxın Kapitalde savunduğu geri dönüşüm ekonominin gündemine girmesi için dünyanın önce insani ve ekonomik atıklarla bir çöplüğe dönüşmesi beklenmiş, maddi zenginleşme gibi, tüketim de sınırsız bir biçimde teşvik edilmiş, doğanın yağmalanması ve sömürülmesi had safhaya ulaşmıştır. Klasik iktisadi bakıştan farklı olarak Marksist ekolojik-iktisadın ikinci teorik çıkış noktası, ekolojik gelişmenin sosyo-ekonomik sürecin içsel ve organik bir parçası olduğu görüşüdür, bu anlamda sosyo-ekonomik (ekonomik toplumsal) yapı kategorisi bilimsel araştırmaya yanıt veremediği için ekolojik-ekonomik toplumsal yapı kategorisi günümüz dünyasının gerçeklerini daha iyi bir biçimde yansıtmaktadır. Bir yandan insan ile doğa arasındaki, diğer yandan sosyo-ekonomik süreç ile doğal-ekolojik sistem arasındaki etkileşim tarzının eskisinden daha farklı yeni bir evreye girdiği bir gerçekliktir. Kapitalist sosyo-ekonomik yapının krizi sadece toplumsal, ekonomik krizler ve askeri çıkar savaşları, silahlanma yarışı biçiminde değil aynı zamanda bir ekolojik, kültürel, gelişme ve dahası topyekun bir uygarlık krizi olarak belirmeye başlamıştır. Küreselleşme süreci bir yandan bütün bu çelişmelerin dünya ölçeğinde yayılmasını hızlandırmış, diğer yandan dünya halklarını tek bir dünya tarihinin parçası haline getirerek, daha da yakınlaştırmıştır. Böylece dünya toplumları istisnasız tüm ülkelerde ve bölgelerde farklı belirimler içinde ortaya çıkan fakat yalnızca kapitalizmin aşılması ve sosyalizme geçiş ile çözülebilecek çok yönlü çelişmeleri biriktirmektedir. Örneğin son dönemde Japon enerji tekellerinin kar hırsı ve dar görüşlülüğü sonucunda milyonlarca Japon vatandaşı nükleer bir çevre felaketi ile yüz yüze kalmıştır. 20. yüzyılın yaşayan sosyalizmi de genellikle Marxın ekolojik-iktisadi bakış açısını kavrayamamış ve batı iktisadının ekolojik çevreyi ikincil ve dışsal öğe gören, saf ekonomist yaklaşımının ötesine geçememiştir. Liu Sihuaya göre bugün herhangi bir hakiki sosyalist gelişme pratiği adına layık olabilmeyi ancak ve ancak ekoloji ve sürdürebilir gelişme alanındaki pratiği ile diğer deyişle bir yandan insan ile doğa, diğer yandan ekonomi
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat