Kültür Kıtası Atlası; Kültür, İletişim, Demokrasi

Stok Kodu:
9789750805066
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
240
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
2
Basım Tarihi:
2002-11-01
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
3.Hamur
Dili:
Türkçe
%36 indirimli
12,04TL
7,71TL
Havale/EFT ile: 7,56TL
9789750805066
662854
Kültür Kıtası Atlası; Kültür, İletişim, Demokrasi
Kültür Kıtası Atlası; Kültür, İletişim, Demokrasi
7.71
Aydın Uğur yazılarını 1991'de derlediğinde, toplumumuzun günlük alışkanlıkları ve zihniyet kalıpları henüz yeniydi, keşfedilmemişti. Aradan geçen on yılın sonunda, yazılarının genişletilmiş derlemesinde kıta keşfedildi, adı kondu ve haritası çıkarıldı: Kültür Kıtası Atlası. Toplumu okuyan, alışkanlıklarını gözleyen, bilginin oluşması ve iletilmesi süreçleri üzerine düşünen bir toplumbilimcinin, her gün yaşadığımız ama üzerinde yeteri kadar düşünmeye fırsat bulamadığımız durumlar hakkında yazdığı makale ve denemelerin bir araya getirildiği bu toplam, toplumsal olarak nasıl bir halin içinde bulunduğumuzu gözler önüne seriyor. Tadımlık Daha şimdiden, insanlığın, ufak da olsa, bir bölümü kurgusal imgelemden yaratılmış bir ortam içinde devinmektedir. Asıl sorun, bu devinim sırasında hangi nirengi noktalarından yararlanacağıdır. Değişen işaret kümelerinden oluşan bu düşsel ortamda, "gerçeklik yapıntıdır, yapıntı ise gerçeklik" diye düşünmek giderek kolaylaşmaktadır. Elektronik medyadan süzülen bu temel cümle tek tek programlarda değil; hepsinin birbiri ardına sıralanırken kullandığı sunum özelliklerinin satırları arasında bize seslenmektedir. Farkında olmaksızın duyup bellediğimiz bu cümleyi dile getiren çok önemli bir başka süreç daha bulunmaktadır: Orta halli bir aileyi ele alalım. Evin erkeği akşam işinden döndü. TV o sırada açık değilse açıldı. Bir Güney Amerika dizisi ekranda. Bu dizi aylardır devam ediyor. Kahramanlarla neredeyse akraba kadar yakınlaşılmış. Her akşam karşımızdalar. Evin erkeğinin yerine kendinizi koyun. Biraz geç geldiyseniz, kaçırdığınız kısımda ne gelişmeler olduğunu, kahramanların neler yaptığını soracaksınız elinizde olmadan. O yapıntı kişilikler sizin günlük yaşamınızın parçası. Gerçi siz, örneğin bir doktorlar dizisinde güvendiğiniz bir karaktere, bir hastalığınız konusunda akıl danışmak üzere mektup yazma aşamasında henüz değilsiniz. Ama unutmayın ki, örneğin bir "Doktor Kildare" dizisine ABD'deki izleyicilerin bazılarının kanı öylesine kaynamıştır ki, diziyi yayınlayan TV kanalı yüzlerce hasta mektubu almıştır. Bizim ülkemizde yazma alışkanlığı yaygın olmadığından olsa gerek, benzer bir durum TRT'ye henüz yansımamıştır. Ama bunun ilk adımlarını kendi içimizde yakalayabiliriz. Filmlerde hafif meşrep rollerine çıkan kimi son derece dengeli kadın oyunculara gerçek hayatta kolay kadın gözüyle bakmaya eğilimli değil miyizdir? Bir dönemde "kötü adam" rollerine çıkan Ahmet Tarık Tekçe'yi yoldan çevirip dövmeye yeltenenler çok farklı bir akıl karışması içinde midirler? Karşı karşıya olunan olgu "gerçekliğin bulanıklaşmasıdır" ve bulanıklaşmanın "yapıntı+gerçekliktir" biçimindeki dışavurumudur. "Gerçekliğin bulanıklaşması"nın bir de öteki yönde dışarı vurumu vardır: "Gerçeklik + yapıntıdır". Nasıl mı? Ekranımız açık: Şimdi bir savaş filmi yayınlanıyor. Birtakım silahlı araçlar, askeri giysili kişiler. Film bitti; biraz başka şeyle uğraşırken siz, haberler başladı. Dünyanın bir köşesinde meydana gelen bir çatışmaya ilişkin haberler sunuluyor. Biraz önce yapıntı filmde gördüklerinizin neredeyse aynıları... Üstelik bir dönemde haber kameramanlarının çekim üslûpları film kameramanlarınınkinden farklıydı; bir değişiklik sezilirdi. Şimdi her iki meslek erbabı da, birbirinden etkilenip benzer çekim açıları, benzer çekim üslûpları benimsediler. O yüzden zihninizin gerçeklik ile yapıntı arasındaki farklılığı sezmesi için imajların özelliğine yaslanması da artık mümkün değil. Kaldı ki, her şeyin bir gösteriye dönüştüğü dünyamızda televizyon, gerçekliği bir gösteri imişçesine sunmakta başı çekmekte. Bir haber belgeselinde iktidardan düşmüş bir siyasal liderin örneğin ülkeyi terk edişini veren görüntülere durumun dramatikliğini vurgulayan bir müziğin eşlik etmesini hiçbirimiz yadırgamıyoruz. Hoş; müziğin böylesine kullanımında bir müstehcenlik olduğunu program yapımcıları da genellikle biliyor ki, sadece kendi ülkelerinden uzakta, kendi insanlarını konu almayan haberlerde ya da zaman içinde uzaklaşmaya başlamış haberlerde bu yola başvuruyorlar. Onlara sorarsanız, sıcaklığını yitirmiş bir olayın duygusallık boyutunu pekiştirip, bizleri o ilk günlerin sıcaklığına götürebilmek için bu yola gidiyorlar. Niyet ne olursa olsun, sonuçta, sıradan izleyicinin zihninde ve vicdanında bir kayma başlıyor. Gerçeklik ile yapıntıyı aynı düzlemin devamıymış gibi kabul etmek kolaylaşıyor. Böylesi bir haber belgeseline bakarken içinizde bir yer "gerçeklik + yapıntıdır", diye mırıldanıyor. Bu tür bir sunuş tarzının doğuracağı "gerçekliğin bulanıklaşması"ndan hepimizin payına bir şeylerin düştüğü açık. Ama asıl korkunç olanı, algılayışımızın bulanıklaşmasını izleyen adım: Duygularımızın, deyim yerindeyse, yalama olması. Gerçek ölüm ve acı artık, ekranda seyrettiğimiz sürece, bizi yapıntı ölüm ve acıdan daha fazla irkiltmiyor. Medyada gerçekliği değil, gerçeklikle ilintisiz bir başka düzlemi, hayali görüntüleri izlemeye koşullandırılmış gibiyiz.
Aydın Uğur yazılarını 1991'de derlediğinde, toplumumuzun günlük alışkanlıkları ve zihniyet kalıpları henüz yeniydi, keşfedilmemişti. Aradan geçen on yılın sonunda, yazılarının genişletilmiş derlemesinde kıta keşfedildi, adı kondu ve haritası çıkarıldı: Kültür Kıtası Atlası. Toplumu okuyan, alışkanlıklarını gözleyen, bilginin oluşması ve iletilmesi süreçleri üzerine düşünen bir toplumbilimcinin, her gün yaşadığımız ama üzerinde yeteri kadar düşünmeye fırsat bulamadığımız durumlar hakkında yazdığı makale ve denemelerin bir araya getirildiği bu toplam, toplumsal olarak nasıl bir halin içinde bulunduğumuzu gözler önüne seriyor. Tadımlık Daha şimdiden, insanlığın, ufak da olsa, bir bölümü kurgusal imgelemden yaratılmış bir ortam içinde devinmektedir. Asıl sorun, bu devinim sırasında hangi nirengi noktalarından yararlanacağıdır. Değişen işaret kümelerinden oluşan bu düşsel ortamda, "gerçeklik yapıntıdır, yapıntı ise gerçeklik" diye düşünmek giderek kolaylaşmaktadır. Elektronik medyadan süzülen bu temel cümle tek tek programlarda değil; hepsinin birbiri ardına sıralanırken kullandığı sunum özelliklerinin satırları arasında bize seslenmektedir. Farkında olmaksızın duyup bellediğimiz bu cümleyi dile getiren çok önemli bir başka süreç daha bulunmaktadır: Orta halli bir aileyi ele alalım. Evin erkeği akşam işinden döndü. TV o sırada açık değilse açıldı. Bir Güney Amerika dizisi ekranda. Bu dizi aylardır devam ediyor. Kahramanlarla neredeyse akraba kadar yakınlaşılmış. Her akşam karşımızdalar. Evin erkeğinin yerine kendinizi koyun. Biraz geç geldiyseniz, kaçırdığınız kısımda ne gelişmeler olduğunu, kahramanların neler yaptığını soracaksınız elinizde olmadan. O yapıntı kişilikler sizin günlük yaşamınızın parçası. Gerçi siz, örneğin bir doktorlar dizisinde güvendiğiniz bir karaktere, bir hastalığınız konusunda akıl danışmak üzere mektup yazma aşamasında henüz değilsiniz. Ama unutmayın ki, örneğin bir "Doktor Kildare" dizisine ABD'deki izleyicilerin bazılarının kanı öylesine kaynamıştır ki, diziyi yayınlayan TV kanalı yüzlerce hasta mektubu almıştır. Bizim ülkemizde yazma alışkanlığı yaygın olmadığından olsa gerek, benzer bir durum TRT'ye henüz yansımamıştır. Ama bunun ilk adımlarını kendi içimizde yakalayabiliriz. Filmlerde hafif meşrep rollerine çıkan kimi son derece dengeli kadın oyunculara gerçek hayatta kolay kadın gözüyle bakmaya eğilimli değil miyizdir? Bir dönemde "kötü adam" rollerine çıkan Ahmet Tarık Tekçe'yi yoldan çevirip dövmeye yeltenenler çok farklı bir akıl karışması içinde midirler? Karşı karşıya olunan olgu "gerçekliğin bulanıklaşmasıdır" ve bulanıklaşmanın "yapıntı+gerçekliktir" biçimindeki dışavurumudur. "Gerçekliğin bulanıklaşması"nın bir de öteki yönde dışarı vurumu vardır: "Gerçeklik + yapıntıdır". Nasıl mı? Ekranımız açık: Şimdi bir savaş filmi yayınlanıyor. Birtakım silahlı araçlar, askeri giysili kişiler. Film bitti; biraz başka şeyle uğraşırken siz, haberler başladı. Dünyanın bir köşesinde meydana gelen bir çatışmaya ilişkin haberler sunuluyor. Biraz önce yapıntı filmde gördüklerinizin neredeyse aynıları... Üstelik bir dönemde haber kameramanlarının çekim üslûpları film kameramanlarınınkinden farklıydı; bir değişiklik sezilirdi. Şimdi her iki meslek erbabı da, birbirinden etkilenip benzer çekim açıları, benzer çekim üslûpları benimsediler. O yüzden zihninizin gerçeklik ile yapıntı arasındaki farklılığı sezmesi için imajların özelliğine yaslanması da artık mümkün değil. Kaldı ki, her şeyin bir gösteriye dönüştüğü dünyamızda televizyon, gerçekliği bir gösteri imişçesine sunmakta başı çekmekte. Bir haber belgeselinde iktidardan düşmüş bir siyasal liderin örneğin ülkeyi terk edişini veren görüntülere durumun dramatikliğini vurgulayan bir müziğin eşlik etmesini hiçbirimiz yadırgamıyoruz. Hoş; müziğin böylesine kullanımında bir müstehcenlik olduğunu program yapımcıları da genellikle biliyor ki, sadece kendi ülkelerinden uzakta, kendi insanlarını konu almayan haberlerde ya da zaman içinde uzaklaşmaya başlamış haberlerde bu yola başvuruyorlar. Onlara sorarsanız, sıcaklığını yitirmiş bir olayın duygusallık boyutunu pekiştirip, bizleri o ilk günlerin sıcaklığına götürebilmek için bu yola gidiyorlar. Niyet ne olursa olsun, sonuçta, sıradan izleyicinin zihninde ve vicdanında bir kayma başlıyor. Gerçeklik ile yapıntıyı aynı düzlemin devamıymış gibi kabul etmek kolaylaşıyor. Böylesi bir haber belgeseline bakarken içinizde bir yer "gerçeklik + yapıntıdır", diye mırıldanıyor. Bu tür bir sunuş tarzının doğuracağı "gerçekliğin bulanıklaşması"ndan hepimizin payına bir şeylerin düştüğü açık. Ama asıl korkunç olanı, algılayışımızın bulanıklaşmasını izleyen adım: Duygularımızın, deyim yerindeyse, yalama olması. Gerçek ölüm ve acı artık, ekranda seyrettiğimiz sürece, bizi yapıntı ölüm ve acıdan daha fazla irkiltmiyor. Medyada gerçekliği değil, gerçeklikle ilintisiz bir başka düzlemi, hayali görüntüleri izlemeye koşullandırılmış gibiyiz.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat