Kılıç İpekte Sınanır; Toplu Şiirler 1982 - 2007

Stok Kodu:
9789750801914
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
487
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
3
Basım Tarihi:
2015-08-13
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
1.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%36 indirimli
28,70TL
18,37TL
Havale/EFT ile: 16,53TL
9789750801914
663079
Kılıç İpekte Sınanır; Toplu Şiirler 1982 - 2007
Kılıç İpekte Sınanır; Toplu Şiirler 1982 - 2007
18.37
Asya, kül denizindeki ada! Sağrındaki ışık bulutundan ağdım toprağa ben, tanıdım hayatı. Susa yollarında dolaştım, pürenlerle örtülü bayırlarında uyudum, at sürdüm tundralarında. Kamlarınla lamalarınla arkadaşlık ettim. Asya, totem denizindeki ada! Seni aşkla sevdim. Öfke ve ümid bir muska gibi sallanıyor nicedir boynumda. Unutamıyorum... Türk şiirinin doğu kapısından gür bir ses: Hüseyin Ferhad. Şimdiye dek yayımlamış olduğu altı şiir kitabına Gizli Âyinleri de ekleyerek bütün şiirlerini Kılıç İpekte Sınanırda bir araya getiriyor. Tadımlık BİR DAĞIN ETEKLERİNE Bir dağın eteklerine bıraktım keçileri, kavalımı dipsiz bir uçuruma. Yüreğimdeki ıslaklık, dudaklarımdaki kuruma yeni değil. Biraz lor peyniri, zeytin, ekmek. Aha, göçebe çıkınımız. Bir fundalıkta unuttuğumuz davar kemirir içimi. Tef çalmak neye yarar ey Acı? Kovalar dolusu acı sağdığımız bir dağın eteklerine bıraktım liri, arpı, kanunu, bağlamayı onun yanına. Kilitledim sözcüklerin çeyiz sandığına bize kalan o Büyük Şiiri. SABAH YILDIZI Denizin üstünde bir saban sürüyor geceyi. Konakladığımız yer batak ve kamış içinde. Uzak gemilerde gurbet ezanları. Zaman takılıp kalıyor yosun yapraklarına. Kitaplarda od sızıntısı; sesler kargış içinde. Sabah Yıldızı düşüyor bir abdal çadırına. Ovalar mavi, koyaklar çivit, örenler kül ve duman: ülkemiz barış içinde ey Ozan yeryüzü çağırıyor seni, var git. METAFİZİK Seni bir kilise avlusunda dilenmeliyim artık çarmıha gerili avuçlarımda birer suskun çan. Ben değil miyim şu yıkıntıların üzerinde uzanan saçlarım darmadağınık. Seni bir sinagog avlusunda dilenmeliyim artık çıplak ayaklarına sürmeliyim o ilençli yüzümü. Ben değil miyim kemirip duran Maddeye verilmiş tek sözünü aklım darmadağınık. Seni bir cami avlusunda dilenmeliyim artık kirli bir mendil gibi sermeliyim yüreğimi önünde. Ne var içimi kanatan bu ezan seslerinde mihrabım darmadağınık. SONSUZ DÖNÜŞ Tef çalıyor çamın biri iki yana sallanarak. Pingpong oynuyor şu geç vakit kaygısız birkaç kozalak. İki güvercin öpüşüp duruyor iki ayrı dalda, gölgeleri uzayıp karışıyor karşı duvarda. Usul bir sesle irkildim döndüm soluma kimse yok Baktım sağ yanımda birileri cıgara aranmada. İki kafadar ölüydü bunlar bir at iskeletinin sırtında, verdiğim cıgarayı ısırarak eridiler karanlıkta. Dirgen uçlu bir tarak takıldı kaldı saçlarında. Bir tanrıtanımaz olarak dedim: kulkualda kuvalda... Kırmızı bir akrep ısırdı yüreğimi. Mezarlığın oradan geçiyordum, öte yakadan durdurdu beni bir parmak imi. Bir serçe yavrusu kanatlanıp kondu elime. Dedim: Adın ne? Dedi: Dilini ver dilime. Geçiyordum uğradım, dedim sizin bu elin sırrı nedir? Üç beş kemik bir avuç toprak dedi: Ölüm sır değildir. Ay kanadı derken şafak ağardı ağır aksak. Yine bir sabah oluyordu işte günışığını kulunlayarak. Geçiyordum uğradım, dedim; sözüm ağzımda kaldı. BİR SÖYLENCE Mayın tarlalarını aşıp geldiler, başlarını dayadılar penceremizin demirine. Uzun tüfekleri vardı. Mermiler taşıyordu omuzlarından. Atları yoktu, çimen yaprakları yapışmıştı yüzlerine; yolcuydular. İşleri varmış görülecek. Gözlerinde mor halkalar, soluktu renkleri biraz. Tarih biziz, dediler, Zamanı bıçakla kazımak gerek... Biliyorduk bunları. Su ve ekmek koyduk çantalarına, birer tulum ayran. Uğurladık şafağa doğru... Gittikleri yolda duruyor hâlâ, duru bir gök ve ezilmiş bir avuç kum. AYN-İ ZALİHA Doğan güne tırmanın ey sarmaşıklar çaldığım kamış kavala tırmanın ey güz kuşları, bir gözü mühürlü gümüş balıklar. Sesiyle bulutlara asılı kaldı Haley. Celâleddin Mesnevîsini farsça sesledi fevren türkçeye çevirdi ney: bir çobandı o fakat çoban dilini bilmezdi. Küskün kavalına dayalı kaldı Haley. Koca Babilden ne düştü hissemize terle karılan Ninova kentinden; bildiği lisanla sor bakalım Halil İbrahime. Ayn-i Zalihaya çakılı kaldı Haley. Ödüller: 5. Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü
Asya, kül denizindeki ada! Sağrındaki ışık bulutundan ağdım toprağa ben, tanıdım hayatı. Susa yollarında dolaştım, pürenlerle örtülü bayırlarında uyudum, at sürdüm tundralarında. Kamlarınla lamalarınla arkadaşlık ettim. Asya, totem denizindeki ada! Seni aşkla sevdim. Öfke ve ümid bir muska gibi sallanıyor nicedir boynumda. Unutamıyorum... Türk şiirinin doğu kapısından gür bir ses: Hüseyin Ferhad. Şimdiye dek yayımlamış olduğu altı şiir kitabına Gizli Âyinleri de ekleyerek bütün şiirlerini Kılıç İpekte Sınanırda bir araya getiriyor. Tadımlık BİR DAĞIN ETEKLERİNE Bir dağın eteklerine bıraktım keçileri, kavalımı dipsiz bir uçuruma. Yüreğimdeki ıslaklık, dudaklarımdaki kuruma yeni değil. Biraz lor peyniri, zeytin, ekmek. Aha, göçebe çıkınımız. Bir fundalıkta unuttuğumuz davar kemirir içimi. Tef çalmak neye yarar ey Acı? Kovalar dolusu acı sağdığımız bir dağın eteklerine bıraktım liri, arpı, kanunu, bağlamayı onun yanına. Kilitledim sözcüklerin çeyiz sandığına bize kalan o Büyük Şiiri. SABAH YILDIZI Denizin üstünde bir saban sürüyor geceyi. Konakladığımız yer batak ve kamış içinde. Uzak gemilerde gurbet ezanları. Zaman takılıp kalıyor yosun yapraklarına. Kitaplarda od sızıntısı; sesler kargış içinde. Sabah Yıldızı düşüyor bir abdal çadırına. Ovalar mavi, koyaklar çivit, örenler kül ve duman: ülkemiz barış içinde ey Ozan yeryüzü çağırıyor seni, var git. METAFİZİK Seni bir kilise avlusunda dilenmeliyim artık çarmıha gerili avuçlarımda birer suskun çan. Ben değil miyim şu yıkıntıların üzerinde uzanan saçlarım darmadağınık. Seni bir sinagog avlusunda dilenmeliyim artık çıplak ayaklarına sürmeliyim o ilençli yüzümü. Ben değil miyim kemirip duran Maddeye verilmiş tek sözünü aklım darmadağınık. Seni bir cami avlusunda dilenmeliyim artık kirli bir mendil gibi sermeliyim yüreğimi önünde. Ne var içimi kanatan bu ezan seslerinde mihrabım darmadağınık. SONSUZ DÖNÜŞ Tef çalıyor çamın biri iki yana sallanarak. Pingpong oynuyor şu geç vakit kaygısız birkaç kozalak. İki güvercin öpüşüp duruyor iki ayrı dalda, gölgeleri uzayıp karışıyor karşı duvarda. Usul bir sesle irkildim döndüm soluma kimse yok Baktım sağ yanımda birileri cıgara aranmada. İki kafadar ölüydü bunlar bir at iskeletinin sırtında, verdiğim cıgarayı ısırarak eridiler karanlıkta. Dirgen uçlu bir tarak takıldı kaldı saçlarında. Bir tanrıtanımaz olarak dedim: kulkualda kuvalda... Kırmızı bir akrep ısırdı yüreğimi. Mezarlığın oradan geçiyordum, öte yakadan durdurdu beni bir parmak imi. Bir serçe yavrusu kanatlanıp kondu elime. Dedim: Adın ne? Dedi: Dilini ver dilime. Geçiyordum uğradım, dedim sizin bu elin sırrı nedir? Üç beş kemik bir avuç toprak dedi: Ölüm sır değildir. Ay kanadı derken şafak ağardı ağır aksak. Yine bir sabah oluyordu işte günışığını kulunlayarak. Geçiyordum uğradım, dedim; sözüm ağzımda kaldı. BİR SÖYLENCE Mayın tarlalarını aşıp geldiler, başlarını dayadılar penceremizin demirine. Uzun tüfekleri vardı. Mermiler taşıyordu omuzlarından. Atları yoktu, çimen yaprakları yapışmıştı yüzlerine; yolcuydular. İşleri varmış görülecek. Gözlerinde mor halkalar, soluktu renkleri biraz. Tarih biziz, dediler, Zamanı bıçakla kazımak gerek... Biliyorduk bunları. Su ve ekmek koyduk çantalarına, birer tulum ayran. Uğurladık şafağa doğru... Gittikleri yolda duruyor hâlâ, duru bir gök ve ezilmiş bir avuç kum. AYN-İ ZALİHA Doğan güne tırmanın ey sarmaşıklar çaldığım kamış kavala tırmanın ey güz kuşları, bir gözü mühürlü gümüş balıklar. Sesiyle bulutlara asılı kaldı Haley. Celâleddin Mesnevîsini farsça sesledi fevren türkçeye çevirdi ney: bir çobandı o fakat çoban dilini bilmezdi. Küskün kavalına dayalı kaldı Haley. Koca Babilden ne düştü hissemize terle karılan Ninova kentinden; bildiği lisanla sor bakalım Halil İbrahime. Ayn-i Zalihaya çakılı kaldı Haley. Ödüller: 5. Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat