9789750811999
663646
https://www.sehadetkitap.com/urun/kar-merdiveni
Kar Merdiveni
2.96
Betül Tarıman, Kar Merdiveninde yaşamın gerginliğini, bu gerginliği iyice kanırtan bir şiir diliyle tekrar tekrar sorguya çekmekte...
2005 Behçet Necatigil şiir Ödülünü kazanan Betül Tarıman bu kitabıyla ustalığını kanıtlıyor.
Hüznün keskin bir alaycılıkla harmanlandığı şiirler...
Tadımlık
KATILMA ANI
... sonra sınır kahvesi
kaçakçının düşürdüğü çakmak
kol düğmesi üç jandarma eri ve kar
üstelik yeter değildi
kıvançla alna vurulan su
yol bir yaralıyı taşıyordu
kadınlar ağızlarına susturucu takılmış
uzun bacaklı atlardı yalnızlığa koşan
birazdan biri size tükürecektir
biri ömür dilemez
öteki kapısız bir ev
biri bir yokluk
yoksulluğun eksilttiği sonradan
yürüyorsun
postacı mektup dağıtıyor
çantası koru serinliği
gözyaşı ve kan
birazdan tüfek sesiyle
ömrüne ölüm düşecek
ve sen yakarış olmaktan başka
acıyı kapı altından
yol olup yolcuyu bekledin
yırtık bir kaput
tozutan bir at
soldun
geceyi bekliyorsun
kızlar çile çözüyor
yüzleri sert alımlı
içe kapanık zamansız
sonra jandarmanın karısı
yüzü sabah uykuları
kesik bir saç tarhana çorbası
üç çocuk giyinir dünyanın sesini
ağızlarında menekşe sapı veya
bir hay huy
kaç gecedir hesap kitap
şimdilik söylendikleri yerde
ağrı hep ve
olduğumuz noktada da var
bu yüzden beki de
sınırda diş izleri
mayın tarlası
ve ondan sonra
KIRIK TAŞLAR
bir iki üç dört beeş
saymayı bırakıyorum
bir emir eri kapıda tekmelenmiş at
içi oyulmuş çelişkiyle
giriyorum kardeş kokuları
yıkanmış bir el iyilikler
bir kapıdan içeriye
kapanmış bir okul kar yüzünden
duvarları sökülmüş
çatısı eşikleri
köşede yıkık tahta
sıralar resimler
bölüşülmüş gibi iki yumurta iki zeytin
orta yerinde sınıfın acı
her kelimede
yeryüzü çatıdan damlamaktadır
kendiliğinden bir baş ağrısı
veyahut kulak ya da boyun
gelişip durur içimizde sıkıntı
bir düğme kopar
boşluğa sallanır el
kızlar annesinin yenisi
baba eskisidir
erkekler solduğunda
öyle demişti rizeli tütün tüccarı
yaprakları ayırırken
ayıklarken otları diğerlerinden
ağladık unutmaya yorgan serip
hatırası içimizde bir okul
yollar taşlı
yaz kıvrımları eteklerinde
çıkarız bir merdiveni
yepyeni durmadan
tak
tak
tak
tüfek sesiyle düşer
iki kol iki ayak
yarım bir yüz
elleri bir öğretmenin
şefkati koşa koşa
BİL
belki gözleri kendinden uzak acıya memur
annendir ekmekler ufalar göğü kapısına toplamış
kenarda ülkenin doğusu gibi dürülmüş çarşaflar
bilmenin arzusuna yatırıp incir kokuşlu bedenini
sataşmaya memur edilmiş gökle aranda
bu gökten payına neler düşecek bil
şarkılanmış bir rüzgârla nisan öğlelerinde odanda
mimozalar böyle esrarlı ağzı saklı ve lal
babandır gözleri dövecek ceplerinde hüzün rengi leylak
aceleyle toplanmış gibi iki kardeş balkondan
ablan dicleden beri düşmüş bir at yollara yorgunmuş
heyecanlar verdik biz can katık bir ölüye inat
titredin ama biri vardı ki denizi gelmemiş bir adamdı adı cemal
aşklar söndürürdü sağ eliyle ufaltıp hevesler masallar
toplanmayı bekleyen ağrıydı bilmedin içi hiç
şimdi bakır rengi almış rütbesiz bir er yavaş
kalbiyle duymuş bir çocuk toza bulanmış her anıda
bacaklarını taşıyamadığında tarağına takılmış bir bitle
yüzü ağlar toplamış kadın şimdi az bulunur
nöbet tutulmuş kapı önlerinde olgunluğa eriştiğinde
beni böyle benden uzak bil
AVUNTU
bir nar seçersin olmuş
bir nar avlular ardından
buruşturulup atılmış yaz rehaveti üstünde
ikiye böler içini görebilme umudu
sırlarla kaplanır gerçek sandığın
terbiye edilmiş bir kediyle
aklı şaşmış bir adam görünür
heyecan ya da doruktayken aşk
bir bardak alırsın içi boş
bir kuyu içini vesvese doldurur
annesinin derdinden doğar bir çocuk
keklik düşmüş gibi ovaya ağırdan
bahçesi kaçak jandarmalar
benzin bidonları mataralar
çarşılar gezer ağır kavun kokusu
balkonların sokağa döküldüğü aralıktan
bir ev alırsın içi boş ötekinde sarhoşluklar
dengeyi dengesizlikten öğrenir çocuk
erzincan depreminde kendine dalmış toprağa değil
sakındığın kendindir
tutunduğun toprakta hep bir uyumsuzluk
sırtında ağır bir yük morluklar
eli çenesinde bakar boşluğa öteki
derdine bağdaş kurmuş soluğu vietnam
denkler toplar fotoğraflar ısfahanlar
içinde öpüşmekten yorgun bir zorunluluk var
idare lambaları ve kuytuları evlerin
görülmüş damgalı mektuptur giz sanılan
gövdenin gövdede söküldüğü yerde
az görülmüş şeydir bir adamı adamda tanımak
örneğin tırnakları etinizde canınızı acıtabilir
konuşmadan kalbinizi yoran
babanız ya da ağbiniz olabilir
çünkü kendinden içeriye taşmış
suretinde morluk ve kırk çamur
az satan kitaplar okursun kötü sanılan
kerpiç evlerde böyle
hayatı duymak gibi yirmi ikiden
mardinli bir kadındır denizle ırmağı karıştıran
boynundaki ilmekle çünkü
her kadın kendinden göç edebilir
çünkü her kadın ucuz bir müvekkildir
eğer çok susmuşsa
sırlarla kaplanır gerçek sandığın
bir nar dağılmış gibi başaklar arasında
buruşturulup atılmış yazdır rehaveti üstünde
Ödüller:
2005 Behçet Necatigil Şiir Ödülü
Betül Tarıman, Kar Merdiveninde yaşamın gerginliğini, bu gerginliği iyice kanırtan bir şiir diliyle tekrar tekrar sorguya çekmekte...
2005 Behçet Necatigil şiir Ödülünü kazanan Betül Tarıman bu kitabıyla ustalığını kanıtlıyor.
Hüznün keskin bir alaycılıkla harmanlandığı şiirler...
Tadımlık
KATILMA ANI
... sonra sınır kahvesi
kaçakçının düşürdüğü çakmak
kol düğmesi üç jandarma eri ve kar
üstelik yeter değildi
kıvançla alna vurulan su
yol bir yaralıyı taşıyordu
kadınlar ağızlarına susturucu takılmış
uzun bacaklı atlardı yalnızlığa koşan
birazdan biri size tükürecektir
biri ömür dilemez
öteki kapısız bir ev
biri bir yokluk
yoksulluğun eksilttiği sonradan
yürüyorsun
postacı mektup dağıtıyor
çantası koru serinliği
gözyaşı ve kan
birazdan tüfek sesiyle
ömrüne ölüm düşecek
ve sen yakarış olmaktan başka
acıyı kapı altından
yol olup yolcuyu bekledin
yırtık bir kaput
tozutan bir at
soldun
geceyi bekliyorsun
kızlar çile çözüyor
yüzleri sert alımlı
içe kapanık zamansız
sonra jandarmanın karısı
yüzü sabah uykuları
kesik bir saç tarhana çorbası
üç çocuk giyinir dünyanın sesini
ağızlarında menekşe sapı veya
bir hay huy
kaç gecedir hesap kitap
şimdilik söylendikleri yerde
ağrı hep ve
olduğumuz noktada da var
bu yüzden beki de
sınırda diş izleri
mayın tarlası
ve ondan sonra
KIRIK TAŞLAR
bir iki üç dört beeş
saymayı bırakıyorum
bir emir eri kapıda tekmelenmiş at
içi oyulmuş çelişkiyle
giriyorum kardeş kokuları
yıkanmış bir el iyilikler
bir kapıdan içeriye
kapanmış bir okul kar yüzünden
duvarları sökülmüş
çatısı eşikleri
köşede yıkık tahta
sıralar resimler
bölüşülmüş gibi iki yumurta iki zeytin
orta yerinde sınıfın acı
her kelimede
yeryüzü çatıdan damlamaktadır
kendiliğinden bir baş ağrısı
veyahut kulak ya da boyun
gelişip durur içimizde sıkıntı
bir düğme kopar
boşluğa sallanır el
kızlar annesinin yenisi
baba eskisidir
erkekler solduğunda
öyle demişti rizeli tütün tüccarı
yaprakları ayırırken
ayıklarken otları diğerlerinden
ağladık unutmaya yorgan serip
hatırası içimizde bir okul
yollar taşlı
yaz kıvrımları eteklerinde
çıkarız bir merdiveni
yepyeni durmadan
tak
tak
tak
tüfek sesiyle düşer
iki kol iki ayak
yarım bir yüz
elleri bir öğretmenin
şefkati koşa koşa
BİL
belki gözleri kendinden uzak acıya memur
annendir ekmekler ufalar göğü kapısına toplamış
kenarda ülkenin doğusu gibi dürülmüş çarşaflar
bilmenin arzusuna yatırıp incir kokuşlu bedenini
sataşmaya memur edilmiş gökle aranda
bu gökten payına neler düşecek bil
şarkılanmış bir rüzgârla nisan öğlelerinde odanda
mimozalar böyle esrarlı ağzı saklı ve lal
babandır gözleri dövecek ceplerinde hüzün rengi leylak
aceleyle toplanmış gibi iki kardeş balkondan
ablan dicleden beri düşmüş bir at yollara yorgunmuş
heyecanlar verdik biz can katık bir ölüye inat
titredin ama biri vardı ki denizi gelmemiş bir adamdı adı cemal
aşklar söndürürdü sağ eliyle ufaltıp hevesler masallar
toplanmayı bekleyen ağrıydı bilmedin içi hiç
şimdi bakır rengi almış rütbesiz bir er yavaş
kalbiyle duymuş bir çocuk toza bulanmış her anıda
bacaklarını taşıyamadığında tarağına takılmış bir bitle
yüzü ağlar toplamış kadın şimdi az bulunur
nöbet tutulmuş kapı önlerinde olgunluğa eriştiğinde
beni böyle benden uzak bil
AVUNTU
bir nar seçersin olmuş
bir nar avlular ardından
buruşturulup atılmış yaz rehaveti üstünde
ikiye böler içini görebilme umudu
sırlarla kaplanır gerçek sandığın
terbiye edilmiş bir kediyle
aklı şaşmış bir adam görünür
heyecan ya da doruktayken aşk
bir bardak alırsın içi boş
bir kuyu içini vesvese doldurur
annesinin derdinden doğar bir çocuk
keklik düşmüş gibi ovaya ağırdan
bahçesi kaçak jandarmalar
benzin bidonları mataralar
çarşılar gezer ağır kavun kokusu
balkonların sokağa döküldüğü aralıktan
bir ev alırsın içi boş ötekinde sarhoşluklar
dengeyi dengesizlikten öğrenir çocuk
erzincan depreminde kendine dalmış toprağa değil
sakındığın kendindir
tutunduğun toprakta hep bir uyumsuzluk
sırtında ağır bir yük morluklar
eli çenesinde bakar boşluğa öteki
derdine bağdaş kurmuş soluğu vietnam
denkler toplar fotoğraflar ısfahanlar
içinde öpüşmekten yorgun bir zorunluluk var
idare lambaları ve kuytuları evlerin
görülmüş damgalı mektuptur giz sanılan
gövdenin gövdede söküldüğü yerde
az görülmüş şeydir bir adamı adamda tanımak
örneğin tırnakları etinizde canınızı acıtabilir
konuşmadan kalbinizi yoran
babanız ya da ağbiniz olabilir
çünkü kendinden içeriye taşmış
suretinde morluk ve kırk çamur
az satan kitaplar okursun kötü sanılan
kerpiç evlerde böyle
hayatı duymak gibi yirmi ikiden
mardinli bir kadındır denizle ırmağı karıştıran
boynundaki ilmekle çünkü
her kadın kendinden göç edebilir
çünkü her kadın ucuz bir müvekkildir
eğer çok susmuşsa
sırlarla kaplanır gerçek sandığın
bir nar dağılmış gibi başaklar arasında
buruşturulup atılmış yazdır rehaveti üstünde
Ödüller:
2005 Behçet Necatigil Şiir Ödülü
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.