Hukuk Felsefesinin Temel Sorunları

Stok Kodu:
9786054396245
Boyut:
165-235-0
Sayfa Sayısı:
253
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2010-10-30
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
%13 indirimli
70,00TL
60,90TL
Havale/EFT ile: 59,68TL
9786054396245
392054
Hukuk Felsefesinin Temel Sorunları
Hukuk Felsefesinin Temel Sorunları
60.90
Hukuk, insanın yine insan için meydana getirdiği bir yapıt ve böylece insan yaşamına büyük ölçüde etkili bir olgudur. O, varlığın var olabilmek için sahip olduğu gücün insan yaşamında egemenlik altına alınmasının bir deyimi ve görünümüdür. Çünkü güç, sırf güç olmakla yapıcı olduğu gibi yıkıcı da olabilir. İşte akıl sahibi olan insan, doğada ve dolayısıyla kendisinde mevcut olan bu gücü var edici hedeflere yönelmek, bu yolla insanca bir dünya yaratmak üzere bir düzene sokmuş, bu düzene de hukuk adını vermiştir. Hukuk her şeyden önce, bir kaos ortamında acımasızca yok edici bir iş görebilecek olan kaba gücün bir disiplin altına alınmasını deyimler. Yalnız önemle belirtilmelidir ki, barış sağlamakla görevli olan bu düzen, bu hukuk, bu işlevini yerine getirmek üzere üstün gücün buyruğuna verilmiş olmayıp tersine, güç hukukun buyruğuna verilmiştir. Hukuk, güç kavramını dışlar. Gerçi hukuk, iyi ya da kötü amaçlı her eylem için zorunlu güce her zaman muhtaçtır, fakat güç mantıken onun içeriğini belirleyemez, hukuk güce teslim edilemez. Hukukta bir meşruiyet, genel geçerlilik sorunu vardır. Meşruiyet tartışmasının dışında kalacak bir güç, insani olarak kabul edilemez. Böyle bir gücün, hukuk olarak kabul edilmesi durumunda, güçlülerin sürekli savaşı sonucu, sürekli olması gereken hiç bir düzen ve barış kurulamaz; kendini haklı gören güç, diğer herhangi üstün bir güce de, kendine bir düzen kurma hakkını teslim etmiş demektir. İşte, sürekli ve insanların içten kabulü ile gerçekleşecek bir barış düzeni olmakla hukuk diye adlandırılabilecek düzen, bu niteliğe sahip olmak için onun, hayvanla ortaklaşa sahip olduğumuz kaba güçten değil, insan yanımızı oluşturan akıl ve vicdandan kaynaklanması zorunlu olur. İnsanın tinsel dediğimiz bu yanında, ide ve değerler bulunur. İnsanın bu yanını, ide ve yüksek değerler oluşturur. Bu değerlerden biri de, ahlâki değerler içinde yer alan adalettir. Buna göre, hukuku hukuk yapan kesinlikle adalettir diyebiliriz. Hukuk olgusu, bir adalet olgusudur; adaletin somutlaşması, onun gerçeklik dünyasında bir görünümüdür. Böyle olmakla adalet, bir yandan da hukuka bir bilim olma niteliğini kazandırmaktadır; çünkü herhangi bir çalışmanın ve onun sonucu olarak meydana gelen düşünsel ürünün bilim adını taşıyabilmesi için, varlığı ya da onun bir görünümünü konu edinmiş olması zorunludur. Adalet de, yukarıda deyimlendiği gibi, varlığın düşünsel boyutunda yer alır; böylece de hukuk bilimine konu oluşturur. Adalet dediğimiz bu düşünsel varlığı araştıran hukuk, kendisi de düşünsel bir yapıda olmakla adaletle olan bağıntısının, mantık ve bilgi teorisi açısından kopmazlığını, koparılamazlığını ortaya koymaktadır. Mantıktaki yeter neden yasasına göre, bir düşüncenin gerekçesi ve geçerliliği ancak yine bir düşünce olabilir; bu düşünce, sonunda apaçık bir düşünceye varıncaya dek yürütülmek gerekir. Adalet, hukukta bu son düşünceyi oluşturur. İnsanların hukuk duygusunda somutlaşan adalet, özünde bir eşitlik düşüncesinden ibarettir. Böylece hukuk, aslında akıl ve anlam taşıyıcısı olmak bakımından özdeş olan insanların, bu özdeşliklerinin eşitlik biçiminde dışlaşması, dışa vurumudur. Bu nedenle, hukukun hukuk olarak bilinmesi ve onun yaşam ilişkilerinin çeşitliliğine göre oluşturacağı kamu hukukuözel hukuk, nisbi hakmutlak hak ve bunun gibi çok zengin kavramların hukuk kavramı altında toplanabilmesi, genel olarak hukukun bu özelliğinin ve bundan kaynaklanan ilkelerinin aydınlatılmasına bağlıdır.
Hukuk, insanın yine insan için meydana getirdiği bir yapıt ve böylece insan yaşamına büyük ölçüde etkili bir olgudur. O, varlığın var olabilmek için sahip olduğu gücün insan yaşamında egemenlik altına alınmasının bir deyimi ve görünümüdür. Çünkü güç, sırf güç olmakla yapıcı olduğu gibi yıkıcı da olabilir. İşte akıl sahibi olan insan, doğada ve dolayısıyla kendisinde mevcut olan bu gücü var edici hedeflere yönelmek, bu yolla insanca bir dünya yaratmak üzere bir düzene sokmuş, bu düzene de hukuk adını vermiştir. Hukuk her şeyden önce, bir kaos ortamında acımasızca yok edici bir iş görebilecek olan kaba gücün bir disiplin altına alınmasını deyimler. Yalnız önemle belirtilmelidir ki, barış sağlamakla görevli olan bu düzen, bu hukuk, bu işlevini yerine getirmek üzere üstün gücün buyruğuna verilmiş olmayıp tersine, güç hukukun buyruğuna verilmiştir. Hukuk, güç kavramını dışlar. Gerçi hukuk, iyi ya da kötü amaçlı her eylem için zorunlu güce her zaman muhtaçtır, fakat güç mantıken onun içeriğini belirleyemez, hukuk güce teslim edilemez. Hukukta bir meşruiyet, genel geçerlilik sorunu vardır. Meşruiyet tartışmasının dışında kalacak bir güç, insani olarak kabul edilemez. Böyle bir gücün, hukuk olarak kabul edilmesi durumunda, güçlülerin sürekli savaşı sonucu, sürekli olması gereken hiç bir düzen ve barış kurulamaz; kendini haklı gören güç, diğer herhangi üstün bir güce de, kendine bir düzen kurma hakkını teslim etmiş demektir. İşte, sürekli ve insanların içten kabulü ile gerçekleşecek bir barış düzeni olmakla hukuk diye adlandırılabilecek düzen, bu niteliğe sahip olmak için onun, hayvanla ortaklaşa sahip olduğumuz kaba güçten değil, insan yanımızı oluşturan akıl ve vicdandan kaynaklanması zorunlu olur. İnsanın tinsel dediğimiz bu yanında, ide ve değerler bulunur. İnsanın bu yanını, ide ve yüksek değerler oluşturur. Bu değerlerden biri de, ahlâki değerler içinde yer alan adalettir. Buna göre, hukuku hukuk yapan kesinlikle adalettir diyebiliriz. Hukuk olgusu, bir adalet olgusudur; adaletin somutlaşması, onun gerçeklik dünyasında bir görünümüdür. Böyle olmakla adalet, bir yandan da hukuka bir bilim olma niteliğini kazandırmaktadır; çünkü herhangi bir çalışmanın ve onun sonucu olarak meydana gelen düşünsel ürünün bilim adını taşıyabilmesi için, varlığı ya da onun bir görünümünü konu edinmiş olması zorunludur. Adalet de, yukarıda deyimlendiği gibi, varlığın düşünsel boyutunda yer alır; böylece de hukuk bilimine konu oluşturur. Adalet dediğimiz bu düşünsel varlığı araştıran hukuk, kendisi de düşünsel bir yapıda olmakla adaletle olan bağıntısının, mantık ve bilgi teorisi açısından kopmazlığını, koparılamazlığını ortaya koymaktadır. Mantıktaki yeter neden yasasına göre, bir düşüncenin gerekçesi ve geçerliliği ancak yine bir düşünce olabilir; bu düşünce, sonunda apaçık bir düşünceye varıncaya dek yürütülmek gerekir. Adalet, hukukta bu son düşünceyi oluşturur. İnsanların hukuk duygusunda somutlaşan adalet, özünde bir eşitlik düşüncesinden ibarettir. Böylece hukuk, aslında akıl ve anlam taşıyıcısı olmak bakımından özdeş olan insanların, bu özdeşliklerinin eşitlik biçiminde dışlaşması, dışa vurumudur. Bu nedenle, hukukun hukuk olarak bilinmesi ve onun yaşam ilişkilerinin çeşitliliğine göre oluşturacağı kamu hukukuözel hukuk, nisbi hakmutlak hak ve bunun gibi çok zengin kavramların hukuk kavramı altında toplanabilmesi, genel olarak hukukun bu özelliğinin ve bundan kaynaklanan ilkelerinin aydınlatılmasına bağlıdır.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat