Hatıralar - Nereden Başlamıştık Nerelere Gitti İşin Ucu; 68'den Günümüze, İdeolojik, Teorik Bir Arkeoloji Çalışması

Stok Kodu:
9786051910796
Boyut:
135-230-0
Sayfa Sayısı:
608
Basım Yeri:
Ankara
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2019-05-09
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
%23 indirimli
480,00TL
369,60TL
Havale/EFT ile: 351,12TL
9786051910796
477339
Hatıralar - Nereden Başlamıştık Nerelere Gitti İşin Ucu; 68'den Günümüze, İdeolojik, Teorik Bir Arkeoloji Çalışması
Hatıralar - Nereden Başlamıştık Nerelere Gitti İşin Ucu; 68'den Günümüze, İdeolojik, Teorik Bir Arkeoloji Çalışması
369.60
Bu kitap, 68 yılından bu güne, Mahir Çayan'ın, Deniz Gezmiş'in, Yusuf Aslan'ın, Hüseyin İnan'ın, Ulaş Bardakçı'nın, Sinan Cemgil'in çok yakın arkadaşı olan bir devrimcinin Münir Ramazan Aktolga'nın, 40-50 yıllı değerlendirdiği bir öz eleştiri, yazarın kendi deyimiyle "68'den günümüze, ideolojik, teorik bir arkeoloji" çalışmasıdır. Son elli yılın bir takım sorularına tutarlı yanıtlar vermektedir. Kitabın içinden bir alıntı: Bu dünyaya niye gelmişim ben biliyor musunuz? Önünüzde linki duran şu siteyi hazırlayarak onu yayınlayabilmek için! Oradaki çalışmaların ortaya çıkmasında aracı olabilmek için!.. http://www.aktolga.de/ Bu görevi yerine getirmeye çalışırken o büyük insanın -annem Muazzez Aktolga'nın- sözleri halâ kulaklarımda idi: "Bana bak" diyordu, "biz bu mücadeleyi boşuna vermedik, sonuna kadar götüreceksin"... "Bütün yaşadıklarını, buradan çıkan sonuçları yazacaksın, yoksa gözüm açık giderim, hakkımı helal etmem!.." Bak işte anacığım, sana verdiğim sözü yerine getirdim... Ama sadece sana mı söz vermiştim?.. Hey Ulaş, Necmettin -ve diğer arkadaşlar- sizlere sesleniyorum!.. Boşuna ölüp gitmediniz!.. Bakın, bayrak özünde yere düşmedi!.. Başkalarını bilmem ama ben sizlere verdiğim sözü de harfiyen yerine getirmeye çalıştım!.. Ne idi bizim mücadelemizin özü, modern sınıfsız bir topluma ulaşmak değil miydi?.. İşte ben, sizden sonra da hep bu yolda yürüdüm... 21. Yüzyıl koşullarında kendimce bu büyük hedefin yolunu aydınlatmaya çalıştım... Hey Deniz, seni nasıl unuturum; dinle bak, sana sesleniyorum!.. Şu gerillacılık konusunda seninle hiçbir zaman anlaşamadık. Sen bana "pasifist" derdin hep, ben de sana "maceracı"!.. En çok neden kendime kızarım bazen biliyor musun, keşke seni o Hüseyinler'le falan tanıştığın eve hiç götürmeseydim!! Ama, şaka tabi, öyle olmasa başka türlü olacaktı!.. Sen, kendi mecrasında akan bir su idin, mutlaka yolunu bulacaktın... Sana kızdığım zamanlar da oluyor tabi, ama özünde seni çok iyi anladığım için sana da diyorum ki, hey Deniz ruhun şad olsun!.. Ve, hey Mahir! Bak, ne diyorum biliyor musun?.. Yahu, biz Denizler'e "maceracı" falan derken nasıl oldu da girdik bu işlerin içine?.. "İşçi sınıfı" diyorduk biz, nerden çıkmıştı o gerillacılık öyle!.. Ama boşver, senin yerin gene de başka. Sen gerçek bir Marksist olmaya çalıştın her zaman. Kendi kendine sorduğun soru hep şu olmuştu: "Neden Küba Devriminden sonra başka hiçbir yerde devrim olmadı-olmuyor"?.. Hep bu soruyu soruyordun kendine... Ve sonra da bunun nedenlerini bulmaya çalışıyordun. Söyler misin bana, o zaman kendine bu soruyu soran kaç kişi vardı ortalıkta?.. Yani sen, kendine "devrimci" deyipte öyle yan gelip yatan biri olmadın hiçbir zaman... Seni o "öncü savaşı"na, gerillacılığa götüren süreç de bu araştırıcı ruhun olmuştu zaten. Yani öyle, duygusal bir Che, ya da Ho Şi Minh hayranlığı değildi senin çıkış noktan. Sen, tıkanan devrim yolunun açılması için teorik bir çözüm arıyordun. "Halkın devrimci öncülerinin" vuracağı darbeler kitlelere, artık çok güçlü hale geldiği düşünülen emperyalist zincirin aslında halâ eskiden olduğu gibi zayıf halkalardan oluştuğunu gösterecekti. Görünüşteki "suni dengenin" aldatıcı olduğunu gösterecekti. Ve de, başta işçi sınıfı olmak üzere geniş halk kitleleri bir süre sonra "halkın devrimci öncülerinin" arkasından yola çıkarak devrimi gerçekleştireceklerdi... Biliyor musun Mahir, tabi sana kızıyorum da bazen! Diyorum ki, ey Mahir, bak, hapisten kaçtıktan sonraki o buluşmamızda eğer beni dinleseydin ve hep birlikte yurt dışına çıkabilseydik orada rahat rahat tartışabilirdik bütün bu sorunları ve bu kadar insan da ölmezdi belki... Ama boşver bunları artık, sen de inandığın yolda yürüdün sonuna kadar. Bak, senin beğenmediğin ve "partiden attığın" o "pasifist" arkadaşın seni hiç unutmadı!.. Hey Yusuf, Taylan, Hüseyin, Sinan ve diğerleri!.. Sizleri unutur muyum hiç!.. Hele seni Yusuf (Aslan)! Ulaş, sen ve ben ODTÜ Fizik Bölümü'nde aynı sınıftaydık, yani sınıf arkadaşıydık biz, ve de sen o ilk zamanlarda bizim gibi "solcu" falan değildin... "Vatansever" bir delikanlı idin. Sonra Ulaş'la ikimiz nasıl da seni provoke etmiştik o Amerika'ya karşı mitinge katılman için!.. "Madem ki sen de Amerika'ya karşısın, hadi o zaman ispat et" diye az mı sıkıştırmıştık seni! Ve sen de bizimle beraber gelmiştin o mitinge, hatırladın mı -"12 Kasım Mitingiydi" sanıyorum- Ve bu miting senin hayatında bir dönüm noktası olmuştu... Orada çıkan bir çatışmada seni alıp götürmüşlerdi de bir ay kadar da hapiste kalmıştın... Sonra çıktın tabi, ama çıkış o çıkış... Hapisten çıkan Yusuf Aslan sanki hapse giren Yusuf değildi artık, bambaşka biri olmuştun, bizleri bile artık yeteri kadar aktif bulmuyordun... Hey gidi günler hey!.. Bak sana bir şey anlatayım: Geçenlerde Facebook'ta rasladım, iyi niyetli genç bir insan senin mezarını ziyarete gidiyor ve orada kağıtlara yazılmış bir sürü dualar falan görüyor! Şaşırmış!.. Başka türlü açıklayamadığı için de hemen demiş ki, insanları mezarda bile rahat bırakmıyorlar!.. Tabi, nereden bilecekti senin ailenin -özellikle de babanın- dindar insanlar olduğunu!.. Hiç unutmam, sen Filistine gittiğin zaman bile baban okula gelip hep seni sorardı, o kadar çok severdi ki seni... Hatim indirip her gün dualar ettiğini söylerdi... Hatta bir seferinde bir de muska vermişti Ulaş'a, seni görürse vermesi için... Bunlar aklıma gelince gözlerim doluyor... Ya sen Taylan!.. O son gün, benden silah almak için para istediğin gün halâ gözümün önünde!.. Bazan düşünürüm, hani yok deseydim ne olurdu diye!.. Ne olacaktı ki, o zaman da vicdan azabı çekerdim herhalde, yanında silah olsaydı belki vurulmaz, kendini savunurdu diye!.. Ve Hüseyin!.. Hüseyin biliyor musun, ne zaman sen aklıma gelsen hep o "erikler çiçek açınca" sözünü hatırlarım!.. Ne güzel bir sözdü o öyle, tam da senin kendine çok güvenen, az konuşan ama sanki içinde patlamaya hazır bir bombayı barındırıyormuş gibi gizemli olan duruşuna uygun bir sözdü... Sonra aklıma hep SFK daki o ilk dönem tartışmalarımız gelir. Hani sizlerin TİP'li bizim de MDD ‘ci olduğumuz zamanlar... Nasıl olmuştu da ta oralardan "erikler çiçek açıncaya" gelinmişti... Ve koca Sinan
Bu kitap, 68 yılından bu güne, Mahir Çayan'ın, Deniz Gezmiş'in, Yusuf Aslan'ın, Hüseyin İnan'ın, Ulaş Bardakçı'nın, Sinan Cemgil'in çok yakın arkadaşı olan bir devrimcinin Münir Ramazan Aktolga'nın, 40-50 yıllı değerlendirdiği bir öz eleştiri, yazarın kendi deyimiyle "68'den günümüze, ideolojik, teorik bir arkeoloji" çalışmasıdır. Son elli yılın bir takım sorularına tutarlı yanıtlar vermektedir. Kitabın içinden bir alıntı: Bu dünyaya niye gelmişim ben biliyor musunuz? Önünüzde linki duran şu siteyi hazırlayarak onu yayınlayabilmek için! Oradaki çalışmaların ortaya çıkmasında aracı olabilmek için!.. http://www.aktolga.de/ Bu görevi yerine getirmeye çalışırken o büyük insanın -annem Muazzez Aktolga'nın- sözleri halâ kulaklarımda idi: "Bana bak" diyordu, "biz bu mücadeleyi boşuna vermedik, sonuna kadar götüreceksin"... "Bütün yaşadıklarını, buradan çıkan sonuçları yazacaksın, yoksa gözüm açık giderim, hakkımı helal etmem!.." Bak işte anacığım, sana verdiğim sözü yerine getirdim... Ama sadece sana mı söz vermiştim?.. Hey Ulaş, Necmettin -ve diğer arkadaşlar- sizlere sesleniyorum!.. Boşuna ölüp gitmediniz!.. Bakın, bayrak özünde yere düşmedi!.. Başkalarını bilmem ama ben sizlere verdiğim sözü de harfiyen yerine getirmeye çalıştım!.. Ne idi bizim mücadelemizin özü, modern sınıfsız bir topluma ulaşmak değil miydi?.. İşte ben, sizden sonra da hep bu yolda yürüdüm... 21. Yüzyıl koşullarında kendimce bu büyük hedefin yolunu aydınlatmaya çalıştım... Hey Deniz, seni nasıl unuturum; dinle bak, sana sesleniyorum!.. Şu gerillacılık konusunda seninle hiçbir zaman anlaşamadık. Sen bana "pasifist" derdin hep, ben de sana "maceracı"!.. En çok neden kendime kızarım bazen biliyor musun, keşke seni o Hüseyinler'le falan tanıştığın eve hiç götürmeseydim!! Ama, şaka tabi, öyle olmasa başka türlü olacaktı!.. Sen, kendi mecrasında akan bir su idin, mutlaka yolunu bulacaktın... Sana kızdığım zamanlar da oluyor tabi, ama özünde seni çok iyi anladığım için sana da diyorum ki, hey Deniz ruhun şad olsun!.. Ve, hey Mahir! Bak, ne diyorum biliyor musun?.. Yahu, biz Denizler'e "maceracı" falan derken nasıl oldu da girdik bu işlerin içine?.. "İşçi sınıfı" diyorduk biz, nerden çıkmıştı o gerillacılık öyle!.. Ama boşver, senin yerin gene de başka. Sen gerçek bir Marksist olmaya çalıştın her zaman. Kendi kendine sorduğun soru hep şu olmuştu: "Neden Küba Devriminden sonra başka hiçbir yerde devrim olmadı-olmuyor"?.. Hep bu soruyu soruyordun kendine... Ve sonra da bunun nedenlerini bulmaya çalışıyordun. Söyler misin bana, o zaman kendine bu soruyu soran kaç kişi vardı ortalıkta?.. Yani sen, kendine "devrimci" deyipte öyle yan gelip yatan biri olmadın hiçbir zaman... Seni o "öncü savaşı"na, gerillacılığa götüren süreç de bu araştırıcı ruhun olmuştu zaten. Yani öyle, duygusal bir Che, ya da Ho Şi Minh hayranlığı değildi senin çıkış noktan. Sen, tıkanan devrim yolunun açılması için teorik bir çözüm arıyordun. "Halkın devrimci öncülerinin" vuracağı darbeler kitlelere, artık çok güçlü hale geldiği düşünülen emperyalist zincirin aslında halâ eskiden olduğu gibi zayıf halkalardan oluştuğunu gösterecekti. Görünüşteki "suni dengenin" aldatıcı olduğunu gösterecekti. Ve de, başta işçi sınıfı olmak üzere geniş halk kitleleri bir süre sonra "halkın devrimci öncülerinin" arkasından yola çıkarak devrimi gerçekleştireceklerdi... Biliyor musun Mahir, tabi sana kızıyorum da bazen! Diyorum ki, ey Mahir, bak, hapisten kaçtıktan sonraki o buluşmamızda eğer beni dinleseydin ve hep birlikte yurt dışına çıkabilseydik orada rahat rahat tartışabilirdik bütün bu sorunları ve bu kadar insan da ölmezdi belki... Ama boşver bunları artık, sen de inandığın yolda yürüdün sonuna kadar. Bak, senin beğenmediğin ve "partiden attığın" o "pasifist" arkadaşın seni hiç unutmadı!.. Hey Yusuf, Taylan, Hüseyin, Sinan ve diğerleri!.. Sizleri unutur muyum hiç!.. Hele seni Yusuf (Aslan)! Ulaş, sen ve ben ODTÜ Fizik Bölümü'nde aynı sınıftaydık, yani sınıf arkadaşıydık biz, ve de sen o ilk zamanlarda bizim gibi "solcu" falan değildin... "Vatansever" bir delikanlı idin. Sonra Ulaş'la ikimiz nasıl da seni provoke etmiştik o Amerika'ya karşı mitinge katılman için!.. "Madem ki sen de Amerika'ya karşısın, hadi o zaman ispat et" diye az mı sıkıştırmıştık seni! Ve sen de bizimle beraber gelmiştin o mitinge, hatırladın mı -"12 Kasım Mitingiydi" sanıyorum- Ve bu miting senin hayatında bir dönüm noktası olmuştu... Orada çıkan bir çatışmada seni alıp götürmüşlerdi de bir ay kadar da hapiste kalmıştın... Sonra çıktın tabi, ama çıkış o çıkış... Hapisten çıkan Yusuf Aslan sanki hapse giren Yusuf değildi artık, bambaşka biri olmuştun, bizleri bile artık yeteri kadar aktif bulmuyordun... Hey gidi günler hey!.. Bak sana bir şey anlatayım: Geçenlerde Facebook'ta rasladım, iyi niyetli genç bir insan senin mezarını ziyarete gidiyor ve orada kağıtlara yazılmış bir sürü dualar falan görüyor! Şaşırmış!.. Başka türlü açıklayamadığı için de hemen demiş ki, insanları mezarda bile rahat bırakmıyorlar!.. Tabi, nereden bilecekti senin ailenin -özellikle de babanın- dindar insanlar olduğunu!.. Hiç unutmam, sen Filistine gittiğin zaman bile baban okula gelip hep seni sorardı, o kadar çok severdi ki seni... Hatim indirip her gün dualar ettiğini söylerdi... Hatta bir seferinde bir de muska vermişti Ulaş'a, seni görürse vermesi için... Bunlar aklıma gelince gözlerim doluyor... Ya sen Taylan!.. O son gün, benden silah almak için para istediğin gün halâ gözümün önünde!.. Bazan düşünürüm, hani yok deseydim ne olurdu diye!.. Ne olacaktı ki, o zaman da vicdan azabı çekerdim herhalde, yanında silah olsaydı belki vurulmaz, kendini savunurdu diye!.. Ve Hüseyin!.. Hüseyin biliyor musun, ne zaman sen aklıma gelsen hep o "erikler çiçek açınca" sözünü hatırlarım!.. Ne güzel bir sözdü o öyle, tam da senin kendine çok güvenen, az konuşan ama sanki içinde patlamaya hazır bir bombayı barındırıyormuş gibi gizemli olan duruşuna uygun bir sözdü... Sonra aklıma hep SFK daki o ilk dönem tartışmalarımız gelir. Hani sizlerin TİP'li bizim de MDD ‘ci olduğumuz zamanlar... Nasıl olmuştu da ta oralardan "erikler çiçek açıncaya" gelinmişti... Ve koca Sinan
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat