9789750709678
377803
https://www.sehadetkitap.com/urun/daldaki-kedinin-mavi-masallari-kugularin-turkusu
Daldaki Kedinin Mavi Masalları; Kuğuların Türküsü
106.20
Yirminci yüzyılın en ünlü öykücülerinden Marcel Aymé'nin dünya çocuk yazınında apayrı bir yeri vardır. Daldaki Kedinin Mavi Masalları ve Daldaki Kedinin Kırmızı Masalları'nda toplanan öykülerinde küçük bir çiftlikte yaşayan iki küçük kızkardeşin: Delfin ile Marinet'in günlük yaşamlarını anlatır. Küçük kızların yaşadıkları olaylar sıradan olaylar, karşılaştıkları sorunlar sıradan sorunlardır. Ama yaşamlarına her birinin kendine göre düşünceleri ve becerileri olan, üstelik insanlar gibi konuşan, tartışan, gerekince olağanüstü işler de başaran tavuklar, horozlar, tavus kuşları, kediler, köpekler, kurtlar, tilkiler de karışınca, hem çok ilginç, hem çok eğlenceli bir masal dünyası açılır önlerinde. Marcel Aymé de bunları öyle güzel anlatır ki, biz de aralarına katılır, ilginç serüvenlerini onlarla birlikte yaşarız.
KİTAPTAN KISA BİR ALINTI
Kurt
Kurt, çitin ardına gizlenmiş, sabırla evi gözetliyordu. En sonunda büyüklerin mutfaktan çıktıklarını görünce, keyfi yerine geldi. Kapının eşiğindeydi büyükler, küçüklere son bir öğüt daha verdiler:
"Sakın unutmayın," diyorlardı. "Yalvarsalar da, korkutsalar da kimseye kapıyı açmayacaksınız. Biz akşama döneceğiz."
Büyükler, keçiyolunun son dönemecinde gözden silinince, bizim kurt bir ayağıyla topallaya topallaya evin çevresinde şöyle bir dolaştı. Ama kapılar iyice kapalıydı. Domuzlarla ineklerden bir şey umamazdı. Kendisine
yem olmaları gerektiğine inandırılabilecek kadar uyanık değildi bu hayvanlar. Böylece kurt mutfağın önünde durdu, ayaklarını pencerenin kıyısına dayayıp içeriye baktı.
Delfin ile Marinet ocağın önünde aşık oynuyorlardı. İkisinin en küçüğü, hem de en sarışını olan Marinet:
"Yalnız ikimiz olduk mu eğlenemiyoruz," diyordu kardeşine. "Halka oyunu oynayamıyoruz."
"Haklısın, ne halka oynayabiliriz, ne de başka bir şey."
"Tavşankaç oyunu da oynayamayız, elimsende de."
"Gelin oyunu da, yakantop da oynayamayız."
"Oysa halka gibi, elimsende gibi oyun mu var!"
"Ah, üç kişi olsak, ne iyi olurdu!"
Küçükler, arkaları dönük olduğundan, kurdu görmüyorlardı. O da varlığını belli etmek için burnuyla cama vurdu. Oyunlarını bırakarak el ele tutuşup pencereye geldiler.
"Günaydın," dedi kurt. "Dışarısı hiç de sıcak sayılmaz, buz gibi."
En sarışın, gülmeye başladı. Bu sivri kulaklar, başın üstündeki bu dik tüyler tuhafına gitmişti. Ama Delfin aldanmadı, küçüğün elini sıktı,
"Kurt bu," diye fısıldadı.
"Kurt mu?" dedi Marinet. "Ondan korkulur, değil mi?"
"Elbette korkulur."
Çocuklar titremeye başladılar. Birbirlerine sarıldılar, sarı saçları da, fısıltıları da birbirine karıştı. Bizim kurt, ormanlarda, ovalarda dolaşmaya başlayalı beri böyle güzel bir şey görmediğini düşündü. Duygulandı.
"Ne oldu bana böyle?" diye düşündü. "Gördün mü şu işi, bacaklarım da titremeye başladı."
Uzun uzun düşündükten sonra, işin içyüzünü anladı: İyileşmişti, bir daha çocuk yiyemeyecek kadar iyi ve yumuşak bir yaratık olmuştu.
Küçükler şaşırmışlar, birbirlerine bakıyorlardı. Kurdun böyle tatlı bir sesi olabileceği uslarından bile geçmezdi. En sarışın, şimdiden rahatlamıştı, dostça göz kırptı. Ama Delfin kolay kolay kanmazdı, hemen toparladı kendini.
"Hadi oradan, sen kurtsun," dedi.
Marinet gülümsedi,
"Anlarsın ya, düşüncemiz seni kovmak değil," dedi. "Büyüklerimiz, yalvarsalar da, korkutsalar da kimseye kapıyı açmamamızı söylediler de..."
O zaman kurt derin derin içini çekti, sivri kulakları düştü. Üzgün olduğu belliydi.
"Kurt hakkında bir sürü öyküler anlatılır, her söylenene inanmamalı. Ben hiç de kötü yürekli bir yaratık değilim aslında."
Gene derin derin içini çekti. Marinet'in gözleri yaşardı. Kurdun üşüdüğünü, ayağının sızladığını öğrenince, küçükler üzülmüşlerdi. En sarışın, kardeşinin kulağına bir şeyler fısıldadı, kurda da göz kırptı. Ondan yana olduğunu göstermek istiyordu. Delfin düşünceliydi, çünkü o çabucak karar vermezdi.
"İyi gibi görünüyor, ama güvenemem doğrusu," dedi. "Kurt ve kuzu öykülerini bir düşünsene. Kuzucağız bir şey yapmamıştı ona."
Kurt kötü bir düşüncesi olmadığını söyleyip duruyordu.
"Ya kuzu?" dedi Delfin. "Yediğin kuzu ne oluyor?"
Kurt hiç de sarsılmışa benzemiyordu.
"Yediğim kuzu mu? Hangisi?" diye sordu.
Çok sakin konuşuyordu, olağan bir şeyden söz edilmişti sanki. İnsanın içini ürperten bir suçsuzluk görünüşü vermişti kendine.
"Nasıl?" diye atıldı Delfin. "Daha çok kuzular yedin demek! Aferin doğrusu!"
"Elbette yedim. Ama kötülük bunun neresinde anlamıyorum. Siz de yiyorsunuz."
Tersini söylemek olanaksızdı. Daha öğle yemeğinde bir but yemişlerdi.
"Hadi artık, hiç de kötü değilim, görüyorsunuz," dedi kurt. "Açın şu kapıyı, halka olup otururuz ocağın başına, size öyküler anlatırım. Ormanlarda dolaşmaya, ovalarda koşmaya başlayalı beri neler neler gördüm, kestirebilirsiniz herhalde. Yalnızca geçen gün üç tavşanın başından geçenleri anlatsam, gülmekten kırılırsınız."
Küçükler alçak sesle tartışıyorlardı. En sarışın, kapı hemen açılsın istiyordu. Sızlayan ayağıyla poyraz altında bırakılamazdı ya zavallıcık. Ama Delfin, hâlâ çekiniyordu.
"Yediği kuzuları başına kakamazsın," diyordu Marinet. "Açlıktan ölecek değildi ya."
"Patates yeseydi," diyordu Delfin.
Marinet öyle bir coştu, öyle bir coştu, kurdu öyle bir savundu ki, kendi sözlerinin etkisiyle gözleri yaşardı. En sonunda ablasını da etkiledi sözleri.
Delfin kapının yolunu tutmuştu bile. Birden düşüncesini değiştirdi. Kahkahalarla gülüp omuz silkti. Bu davranışı karşısında şaşıran Marinet'e,
"Hayır, aptallık olur bu," dedi.
Sonra gözlerini kurda dikti.
"Söyle bakalım, kurt efendi," dedi.
"Kırmızı Şapkalı Kız'ı unutmuştum. Biraz da Kırmızı Şapkalı Kız'ı konuşsak nasıl olur?"
Kurt utandı, başını önüne eğdi. Bunu hiç beklemiyordu doğrusu. İç çekişi içeriden bile duyuldu.
"Doğru," dedi. "Onu yedim. Yedim Kırmızı Şapkalı Kız'ı. Ama çok pişmanım, inanın, Şimdi olsa..."
"Bırak şimdi bu masalları."
Kurt göğsünü, tam yüreğinin bulunduğu yeri yumrukladı. Güzel, inandırıcı bir sesle,
"İnanın bana," dedi. "Bugün olsa, açlıktan ölürdüm de gene yemezdim onu."
En sarışın, içini çekti.
"Olsun," dedi. "Kırmızı Şapkalı Kız'ı yedin ya."
"Yemedim demiyorum," dedi kurt.
"Evet, yedim. Ama bu bir gençlik günahıydı. Çok zaman geçti aradan. Her günahın bir de bağışlanması vardır. Sonra bu küçük kız yüzünden neler neler geldi başıma, bir bilseniz. Bakın, kızdan önce ninesini yediğimi bile söylemekten çekinmediler. İşte burası hiç doğru değil."
Kurt, biraz şakaya boğdu işi, belki de bilmeden böyle yaptı.
"Düşünsenize bir kez. Yemekte beni bekleyen körpecik bir kız varken, ninesini nasıl yerdim? Yok canım, o kadar da midesiz değilim."
Yediği bu körpecik eti ansıyınca, bizim kurt dayanamadı, dudaklarını yalamaya başladı; uzun, sivri dişleri göründü. Bu da çocuklarda güven uyandıracak bir görünüm değildi.
"Kurt, yalancının birisin sen!" diye bağırdı Delfin. "Söylediğin gibi üzülsen, pişmanlık duysan, dudaklarını yalamazdın."
Yirminci yüzyılın en ünlü öykücülerinden Marcel Aymé'nin dünya çocuk yazınında apayrı bir yeri vardır. Daldaki Kedinin Mavi Masalları ve Daldaki Kedinin Kırmızı Masalları'nda toplanan öykülerinde küçük bir çiftlikte yaşayan iki küçük kızkardeşin: Delfin ile Marinet'in günlük yaşamlarını anlatır. Küçük kızların yaşadıkları olaylar sıradan olaylar, karşılaştıkları sorunlar sıradan sorunlardır. Ama yaşamlarına her birinin kendine göre düşünceleri ve becerileri olan, üstelik insanlar gibi konuşan, tartışan, gerekince olağanüstü işler de başaran tavuklar, horozlar, tavus kuşları, kediler, köpekler, kurtlar, tilkiler de karışınca, hem çok ilginç, hem çok eğlenceli bir masal dünyası açılır önlerinde. Marcel Aymé de bunları öyle güzel anlatır ki, biz de aralarına katılır, ilginç serüvenlerini onlarla birlikte yaşarız.
KİTAPTAN KISA BİR ALINTI
Kurt
Kurt, çitin ardına gizlenmiş, sabırla evi gözetliyordu. En sonunda büyüklerin mutfaktan çıktıklarını görünce, keyfi yerine geldi. Kapının eşiğindeydi büyükler, küçüklere son bir öğüt daha verdiler:
"Sakın unutmayın," diyorlardı. "Yalvarsalar da, korkutsalar da kimseye kapıyı açmayacaksınız. Biz akşama döneceğiz."
Büyükler, keçiyolunun son dönemecinde gözden silinince, bizim kurt bir ayağıyla topallaya topallaya evin çevresinde şöyle bir dolaştı. Ama kapılar iyice kapalıydı. Domuzlarla ineklerden bir şey umamazdı. Kendisine
yem olmaları gerektiğine inandırılabilecek kadar uyanık değildi bu hayvanlar. Böylece kurt mutfağın önünde durdu, ayaklarını pencerenin kıyısına dayayıp içeriye baktı.
Delfin ile Marinet ocağın önünde aşık oynuyorlardı. İkisinin en küçüğü, hem de en sarışını olan Marinet:
"Yalnız ikimiz olduk mu eğlenemiyoruz," diyordu kardeşine. "Halka oyunu oynayamıyoruz."
"Haklısın, ne halka oynayabiliriz, ne de başka bir şey."
"Tavşankaç oyunu da oynayamayız, elimsende de."
"Gelin oyunu da, yakantop da oynayamayız."
"Oysa halka gibi, elimsende gibi oyun mu var!"
"Ah, üç kişi olsak, ne iyi olurdu!"
Küçükler, arkaları dönük olduğundan, kurdu görmüyorlardı. O da varlığını belli etmek için burnuyla cama vurdu. Oyunlarını bırakarak el ele tutuşup pencereye geldiler.
"Günaydın," dedi kurt. "Dışarısı hiç de sıcak sayılmaz, buz gibi."
En sarışın, gülmeye başladı. Bu sivri kulaklar, başın üstündeki bu dik tüyler tuhafına gitmişti. Ama Delfin aldanmadı, küçüğün elini sıktı,
"Kurt bu," diye fısıldadı.
"Kurt mu?" dedi Marinet. "Ondan korkulur, değil mi?"
"Elbette korkulur."
Çocuklar titremeye başladılar. Birbirlerine sarıldılar, sarı saçları da, fısıltıları da birbirine karıştı. Bizim kurt, ormanlarda, ovalarda dolaşmaya başlayalı beri böyle güzel bir şey görmediğini düşündü. Duygulandı.
"Ne oldu bana böyle?" diye düşündü. "Gördün mü şu işi, bacaklarım da titremeye başladı."
Uzun uzun düşündükten sonra, işin içyüzünü anladı: İyileşmişti, bir daha çocuk yiyemeyecek kadar iyi ve yumuşak bir yaratık olmuştu.
Küçükler şaşırmışlar, birbirlerine bakıyorlardı. Kurdun böyle tatlı bir sesi olabileceği uslarından bile geçmezdi. En sarışın, şimdiden rahatlamıştı, dostça göz kırptı. Ama Delfin kolay kolay kanmazdı, hemen toparladı kendini.
"Hadi oradan, sen kurtsun," dedi.
Marinet gülümsedi,
"Anlarsın ya, düşüncemiz seni kovmak değil," dedi. "Büyüklerimiz, yalvarsalar da, korkutsalar da kimseye kapıyı açmamamızı söylediler de..."
O zaman kurt derin derin içini çekti, sivri kulakları düştü. Üzgün olduğu belliydi.
"Kurt hakkında bir sürü öyküler anlatılır, her söylenene inanmamalı. Ben hiç de kötü yürekli bir yaratık değilim aslında."
Gene derin derin içini çekti. Marinet'in gözleri yaşardı. Kurdun üşüdüğünü, ayağının sızladığını öğrenince, küçükler üzülmüşlerdi. En sarışın, kardeşinin kulağına bir şeyler fısıldadı, kurda da göz kırptı. Ondan yana olduğunu göstermek istiyordu. Delfin düşünceliydi, çünkü o çabucak karar vermezdi.
"İyi gibi görünüyor, ama güvenemem doğrusu," dedi. "Kurt ve kuzu öykülerini bir düşünsene. Kuzucağız bir şey yapmamıştı ona."
Kurt kötü bir düşüncesi olmadığını söyleyip duruyordu.
"Ya kuzu?" dedi Delfin. "Yediğin kuzu ne oluyor?"
Kurt hiç de sarsılmışa benzemiyordu.
"Yediğim kuzu mu? Hangisi?" diye sordu.
Çok sakin konuşuyordu, olağan bir şeyden söz edilmişti sanki. İnsanın içini ürperten bir suçsuzluk görünüşü vermişti kendine.
"Nasıl?" diye atıldı Delfin. "Daha çok kuzular yedin demek! Aferin doğrusu!"
"Elbette yedim. Ama kötülük bunun neresinde anlamıyorum. Siz de yiyorsunuz."
Tersini söylemek olanaksızdı. Daha öğle yemeğinde bir but yemişlerdi.
"Hadi artık, hiç de kötü değilim, görüyorsunuz," dedi kurt. "Açın şu kapıyı, halka olup otururuz ocağın başına, size öyküler anlatırım. Ormanlarda dolaşmaya, ovalarda koşmaya başlayalı beri neler neler gördüm, kestirebilirsiniz herhalde. Yalnızca geçen gün üç tavşanın başından geçenleri anlatsam, gülmekten kırılırsınız."
Küçükler alçak sesle tartışıyorlardı. En sarışın, kapı hemen açılsın istiyordu. Sızlayan ayağıyla poyraz altında bırakılamazdı ya zavallıcık. Ama Delfin, hâlâ çekiniyordu.
"Yediği kuzuları başına kakamazsın," diyordu Marinet. "Açlıktan ölecek değildi ya."
"Patates yeseydi," diyordu Delfin.
Marinet öyle bir coştu, öyle bir coştu, kurdu öyle bir savundu ki, kendi sözlerinin etkisiyle gözleri yaşardı. En sonunda ablasını da etkiledi sözleri.
Delfin kapının yolunu tutmuştu bile. Birden düşüncesini değiştirdi. Kahkahalarla gülüp omuz silkti. Bu davranışı karşısında şaşıran Marinet'e,
"Hayır, aptallık olur bu," dedi.
Sonra gözlerini kurda dikti.
"Söyle bakalım, kurt efendi," dedi.
"Kırmızı Şapkalı Kız'ı unutmuştum. Biraz da Kırmızı Şapkalı Kız'ı konuşsak nasıl olur?"
Kurt utandı, başını önüne eğdi. Bunu hiç beklemiyordu doğrusu. İç çekişi içeriden bile duyuldu.
"Doğru," dedi. "Onu yedim. Yedim Kırmızı Şapkalı Kız'ı. Ama çok pişmanım, inanın, Şimdi olsa..."
"Bırak şimdi bu masalları."
Kurt göğsünü, tam yüreğinin bulunduğu yeri yumrukladı. Güzel, inandırıcı bir sesle,
"İnanın bana," dedi. "Bugün olsa, açlıktan ölürdüm de gene yemezdim onu."
En sarışın, içini çekti.
"Olsun," dedi. "Kırmızı Şapkalı Kız'ı yedin ya."
"Yemedim demiyorum," dedi kurt.
"Evet, yedim. Ama bu bir gençlik günahıydı. Çok zaman geçti aradan. Her günahın bir de bağışlanması vardır. Sonra bu küçük kız yüzünden neler neler geldi başıma, bir bilseniz. Bakın, kızdan önce ninesini yediğimi bile söylemekten çekinmediler. İşte burası hiç doğru değil."
Kurt, biraz şakaya boğdu işi, belki de bilmeden böyle yaptı.
"Düşünsenize bir kez. Yemekte beni bekleyen körpecik bir kız varken, ninesini nasıl yerdim? Yok canım, o kadar da midesiz değilim."
Yediği bu körpecik eti ansıyınca, bizim kurt dayanamadı, dudaklarını yalamaya başladı; uzun, sivri dişleri göründü. Bu da çocuklarda güven uyandıracak bir görünüm değildi.
"Kurt, yalancının birisin sen!" diye bağırdı Delfin. "Söylediğin gibi üzülsen, pişmanlık duysan, dudaklarını yalamazdın."
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.