Ceza Hukukunda İsnat Yeteneği

Stok Kodu:
9786054974658
Boyut:
160-240-0
Sayfa Sayısı:
236
Basım Yeri:
Ankara
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2022-08-12
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
Kitap Kağıdı
Dili:
Türkçe
Kategori:
%38 indirimli
175,00TL
108,50TL
Havale/EFT ile: 106,33TL
9786054974658
718809
Ceza Hukukunda İsnat Yeteneği
Ceza Hukukunda İsnat Yeteneği
108.50
İnsana yönelik davranış kuralları bütünü olarak hukuk, yalnızca insan faaliyetlerini düzenlemektedir. Hukuk kuralları yalnızca insanlara yönelik olup, doğa olayları veya diğer canlıların faaliyetleri, ancak bir insana bağlanabilmeleri koşuluyla hukuki değerlendirmeye konu olmaktadır. Bu itibarla hukukun bir davranışı nazara alabilmesi için kaynağının “insan” olması gerekli ve yeterlidir; yani bireyin hukuk kurallarının muhatabı olması ve hukukun bu kimsenin davranışı üzerinde bir yargıda bulunması için insan olmaktan başka özellikler taşımasına gerek yoktur. Hukukun etik bir varlık olarak gördüğü insan, kendi iradesiyle gerçekleştirdiği davranışlardan sorumludur ve dolayısıyla hukukun bunlara bağladığı sonuçlara katlanmak zorundadır. Hiç şüphesiz bu durum ceza hukuku açısından da geçerlidir. Söz konusu hukuk dalı açısından önem arz eden bir davranıştan söz edilebilmesi için, gerçekleştirenin insan olması ve bu davranışın iradi biçimde ortaya konulmuş olması yeterlidir. Dolayısıyla her insanın davranışının ceza hukukuna uygun veya aykırı olarak nitelendirilmesi mümkündür. Bununla birlikte, ceza hukuku kurallarını ihlal eden bir davranış söz konusu ise, gerçekleştiren kimse bu davranış için öngörülmüş hukuki sonuca katlanmakla yükümlüdür. Ancak hukukla çelişen bir davranışa bağlanmış olan tüm sonuçların, her bireye uygulanabilir olduğu söylenemez. Nitekim ceza hukuku, bireylerin belli niteliklerini göz önünde bulundurmak suretiyle aynı davranış karşısında farklı hukuki sonuçlar öngörebilmektedir. Ceza hukuku açısından ortaya çıkan temel hukuki sonuç, hiç şüphesiz onun ana eksenini oluşturan ceza müeyyidesidir. Ceza, doğası gereği acı verici nitelikte, kişiyi özgürlüğünden mahrum eden, uygulandığı kimseyi ağır yoksunluklara tabi tutan bir müeyyidedir. Günümüzde böyle ağır bir müeyyidenin herhangi bir insana değil, yalnızca belli birtakım özelliklere sahip insana uygulanabileceği, hem toplum bilinci hem de pozitif hukuk tarafından kabul edilmektedir. Hukuk kurallarının muhatabı olan insan, yalnızca belli bir zihinsel olgunluğa erişmiş ve akıl sağlığı yerinde olması, yani “isnat edilebilir” olması halinde bu ağır müeyyideye müstahak sayılmaktadır. Bunun la birlikte zihinsel yönden gelişmemiş veya zihinsel bütünlüğü bir sebeple ortadan kalkmış kimselerin de ceza hukuku tarafından göz ardı edildikleri söylenemez. Nitekim ceza kanunları bu kimselere ceza müeyyidesinin uygulanmasını kabul etmeseler de, bunların fiillerinin toplum açısından yaratabileceği tehlikeyi nazara almak suretiyle, çeşitli mekanizmalar öngörülmektedir. İşte bu noktada tehlikelilik haliyle mücadele aracı olarak, ahlaki açıdan nötr nitelikteki güvenlik tedbirleri devreye girmekte ve modern ceza hukukunda bu doğrultuda “çift peron” olarak adlandırılan sistem ortaya çıkmaktadır. Bu sisteme göre, isnat edilebilir olan kimselerin işlediği suçlar karşısında ceza müeyyidesi ve güvenlik tedbirlerine başvurulmakta; isnat yeteneğinden yoksun kimselerin işlediği suçlarla mücadele açısından ise, yalnızca güvenlik tedbirleri uygulanmaktadır. İşte bu çalışmanın konusu, hukuk düzeni tarafından yapılan bu ayrımın temelinde yatan isnat yeteneği kavramıdır. Çalışmaya konu edilen ve İtalyan hukukunda “imputabilità” sözcüğüyle ifade edilen kavramı tanımlamak adına, “isnat yeteneği” ifadesi tercih edilmiştir. Her ne kadar söz konusu kavramı “ceza yeteneği veya ehliyeti” ya da “suçlandırılabilme ehliyeti” olarak adlandıranlar bulunsa da, doktrinin önemli bir kısmı “kusur yeteneği” ifadesini tercih etmektedir. Nitekim Kanun da bu konuda açık bir tanım içermemesine rağmen kusur yeteneği ifadesine yer vermektedir. Aslında kusur yeteneği ifadesinin kullanılmasının temelinde, isnat edilebilirliğin özünü oluşturan yeteneklerin kusurluluğun bir unsuru ya da ön koşulu olduğu, yani isnat yeteneği olmadan kusurluluğun söz konusu olamayacağı düşüncesi yer almaktadır. Ancak çalışmanın ikinci bölümünde ortaya konulacağı üzere, isnat yeteneği kusurluluğun bir ön koşulu ya da unsuru değildir. İsnat yeteneği yalnızca kişiye ceza müeyyidesi uygulanabilmesi için ceza kanunu tarafından aranan bir takım koşulları ifade etmektedir ve bu koşullar bulunmasa dahi kişi kusurlu olabilecek, fakat kendisine ceza yerine güvenlik tedbiri uygulanacaktır. Bu nedenle kusur yeteneği yerine isnat edilebilirlik veya isnat yeteneği ifadesinin kullanılması daha doğrudur. İsnat edilebilirlik, bir yönüyle ceza hukuku dogmatiğine ve pozitif hukuka ilişkin bir mesele olup, diğer bir yönüyle de psikoloji ve psikiyatrinin alanına girmektedir. Hiç şüphesiz söz konusu kavramın insan psişiğini konu alan bilimler açısından irdelenmesi, farklı araçlar ve yöntemler gerektirmektedir. Ayrıca söz konusu alanlara fazlaca müdahale etmek, bir ceza hukukçusunun haddini aşması anlamına gelecektir. Bu sebeplerle, çalışma kapsamındaki değerlendirmeler yapılırken, esasen ceza hukuku literatürüne bağlı kalınmış, psikolojik verilere bu hukuk dalının tamamen içselleştirmiş olduklarıyla sınırlı bir biçimde yer verilmiştir. Bu itibarla çalışmanın esas amacı, ele alınan kavramın esasını ve ceza hukuku sitematiği içerisindeki yerini normatif düzenlemeler ışığında ortaya koymaktır. Bu doğrultuda çalışmanın birinci bölümünde, genel olarak isnat yeteneği kavramı üzerinde durulduktan sonra, isnat edilebilirliğin içeriğini oluşturan anlama ve isteme yetenekleri izah edilmeye çalışılmıştır. Bunun ardından söz konusu yeteneklerin, hangi aşamada var olmalarının ceza hukuku anlamında önem taşıdığı üzerinde durularak, bu konudaki önemli bir mesele olan sebebinde serbest hareket kuramı ve kendisini isnat edilemeyen hale getiren kimselerin hangi esaslar doğrultusunda sorumlu tutulacakları sorunu irdelenmiştir. Daha sonra, doktrinde her zaman tartışılmış, aleyhine bir çok görüş beyan edilmiş ve fakat hemen tüm modern ceza kanunları tarafından kabul edilmiş kısmi isnat edilebilirlik kavramı açıklanmış; son olarak da ayrı bir tez konusu oluşturmaları nedeniyle fazla ayrıntıya inilmeden genel olarak isnat edilebilirliği ortadan kaldıran ve azaltan sebepler üzerinde durularak, Türk Ceza Kanunu'nun bu kapsamdaki düzenlemeleri ele alınmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde, isnat yeteneğinin suç genel teorisindeki konumuyla ilgili olarak doktrinde yapılan tartışmalara yer verilmiştir. Öncelikle söz konusu yeteneği suçun bir ön koşulu olarak nitelendiren, yani isnat edilebilir olmayan kimselerin suç işleyemeyeceğini ifade eden görüşler incelenmiş; bu kapsamda isnat yeteneğini ceza normunun muhatabı olmanın bir koşulu sayan ve fiil ehliyeti kavramının ceza hukukundaki karşılığı olarak kabul eden düşünceler ele alınmıştır. Daha sonrasında ise, üzerinde çokça durulan konulardan biri olan, isnat yeteneği ve kusurluluk ilişkisi irdelenmiştir. Bu kapsamda genel olarak kusurluluk kavramı ve söz konusu kavramı açıklamak amacıyla ortaya atılan temel anlayışlar üzerinde durulmuş, fakat çalışmanın esas konusunu oluşturmaması sebebiyle genel bilgiler verilmekle yetinilmiştir. Ardından isnat edilebilirliği, kusurluluğun bir unsuru veya ön koşulu olarak anlayan ve dolayısıyla isnat edilebilir olmayan kimselerin kusurlu olamayacaklarını ifade eden görüşler ele alınmış, sonrasında ise kusurluluk ve isnat yeteneğinin birbirinden bağımsız olduğunu ve anlama ve isteme yeteneğinden yoksun kimselerin de kusurlu davranışlar gerçekleştirebileceğini ileri süren görüşler açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın sonunda da Türk Ceza Kanununun konuya ilişkin hükümleri bu açıklamalar ışığında değerlendirilmiştir.
İnsana yönelik davranış kuralları bütünü olarak hukuk, yalnızca insan faaliyetlerini düzenlemektedir. Hukuk kuralları yalnızca insanlara yönelik olup, doğa olayları veya diğer canlıların faaliyetleri, ancak bir insana bağlanabilmeleri koşuluyla hukuki değerlendirmeye konu olmaktadır. Bu itibarla hukukun bir davranışı nazara alabilmesi için kaynağının “insan” olması gerekli ve yeterlidir; yani bireyin hukuk kurallarının muhatabı olması ve hukukun bu kimsenin davranışı üzerinde bir yargıda bulunması için insan olmaktan başka özellikler taşımasına gerek yoktur. Hukukun etik bir varlık olarak gördüğü insan, kendi iradesiyle gerçekleştirdiği davranışlardan sorumludur ve dolayısıyla hukukun bunlara bağladığı sonuçlara katlanmak zorundadır. Hiç şüphesiz bu durum ceza hukuku açısından da geçerlidir. Söz konusu hukuk dalı açısından önem arz eden bir davranıştan söz edilebilmesi için, gerçekleştirenin insan olması ve bu davranışın iradi biçimde ortaya konulmuş olması yeterlidir. Dolayısıyla her insanın davranışının ceza hukukuna uygun veya aykırı olarak nitelendirilmesi mümkündür. Bununla birlikte, ceza hukuku kurallarını ihlal eden bir davranış söz konusu ise, gerçekleştiren kimse bu davranış için öngörülmüş hukuki sonuca katlanmakla yükümlüdür. Ancak hukukla çelişen bir davranışa bağlanmış olan tüm sonuçların, her bireye uygulanabilir olduğu söylenemez. Nitekim ceza hukuku, bireylerin belli niteliklerini göz önünde bulundurmak suretiyle aynı davranış karşısında farklı hukuki sonuçlar öngörebilmektedir. Ceza hukuku açısından ortaya çıkan temel hukuki sonuç, hiç şüphesiz onun ana eksenini oluşturan ceza müeyyidesidir. Ceza, doğası gereği acı verici nitelikte, kişiyi özgürlüğünden mahrum eden, uygulandığı kimseyi ağır yoksunluklara tabi tutan bir müeyyidedir. Günümüzde böyle ağır bir müeyyidenin herhangi bir insana değil, yalnızca belli birtakım özelliklere sahip insana uygulanabileceği, hem toplum bilinci hem de pozitif hukuk tarafından kabul edilmektedir. Hukuk kurallarının muhatabı olan insan, yalnızca belli bir zihinsel olgunluğa erişmiş ve akıl sağlığı yerinde olması, yani “isnat edilebilir” olması halinde bu ağır müeyyideye müstahak sayılmaktadır. Bunun la birlikte zihinsel yönden gelişmemiş veya zihinsel bütünlüğü bir sebeple ortadan kalkmış kimselerin de ceza hukuku tarafından göz ardı edildikleri söylenemez. Nitekim ceza kanunları bu kimselere ceza müeyyidesinin uygulanmasını kabul etmeseler de, bunların fiillerinin toplum açısından yaratabileceği tehlikeyi nazara almak suretiyle, çeşitli mekanizmalar öngörülmektedir. İşte bu noktada tehlikelilik haliyle mücadele aracı olarak, ahlaki açıdan nötr nitelikteki güvenlik tedbirleri devreye girmekte ve modern ceza hukukunda bu doğrultuda “çift peron” olarak adlandırılan sistem ortaya çıkmaktadır. Bu sisteme göre, isnat edilebilir olan kimselerin işlediği suçlar karşısında ceza müeyyidesi ve güvenlik tedbirlerine başvurulmakta; isnat yeteneğinden yoksun kimselerin işlediği suçlarla mücadele açısından ise, yalnızca güvenlik tedbirleri uygulanmaktadır. İşte bu çalışmanın konusu, hukuk düzeni tarafından yapılan bu ayrımın temelinde yatan isnat yeteneği kavramıdır. Çalışmaya konu edilen ve İtalyan hukukunda “imputabilità” sözcüğüyle ifade edilen kavramı tanımlamak adına, “isnat yeteneği” ifadesi tercih edilmiştir. Her ne kadar söz konusu kavramı “ceza yeteneği veya ehliyeti” ya da “suçlandırılabilme ehliyeti” olarak adlandıranlar bulunsa da, doktrinin önemli bir kısmı “kusur yeteneği” ifadesini tercih etmektedir. Nitekim Kanun da bu konuda açık bir tanım içermemesine rağmen kusur yeteneği ifadesine yer vermektedir. Aslında kusur yeteneği ifadesinin kullanılmasının temelinde, isnat edilebilirliğin özünü oluşturan yeteneklerin kusurluluğun bir unsuru ya da ön koşulu olduğu, yani isnat yeteneği olmadan kusurluluğun söz konusu olamayacağı düşüncesi yer almaktadır. Ancak çalışmanın ikinci bölümünde ortaya konulacağı üzere, isnat yeteneği kusurluluğun bir ön koşulu ya da unsuru değildir. İsnat yeteneği yalnızca kişiye ceza müeyyidesi uygulanabilmesi için ceza kanunu tarafından aranan bir takım koşulları ifade etmektedir ve bu koşullar bulunmasa dahi kişi kusurlu olabilecek, fakat kendisine ceza yerine güvenlik tedbiri uygulanacaktır. Bu nedenle kusur yeteneği yerine isnat edilebilirlik veya isnat yeteneği ifadesinin kullanılması daha doğrudur. İsnat edilebilirlik, bir yönüyle ceza hukuku dogmatiğine ve pozitif hukuka ilişkin bir mesele olup, diğer bir yönüyle de psikoloji ve psikiyatrinin alanına girmektedir. Hiç şüphesiz söz konusu kavramın insan psişiğini konu alan bilimler açısından irdelenmesi, farklı araçlar ve yöntemler gerektirmektedir. Ayrıca söz konusu alanlara fazlaca müdahale etmek, bir ceza hukukçusunun haddini aşması anlamına gelecektir. Bu sebeplerle, çalışma kapsamındaki değerlendirmeler yapılırken, esasen ceza hukuku literatürüne bağlı kalınmış, psikolojik verilere bu hukuk dalının tamamen içselleştirmiş olduklarıyla sınırlı bir biçimde yer verilmiştir. Bu itibarla çalışmanın esas amacı, ele alınan kavramın esasını ve ceza hukuku sitematiği içerisindeki yerini normatif düzenlemeler ışığında ortaya koymaktır. Bu doğrultuda çalışmanın birinci bölümünde, genel olarak isnat yeteneği kavramı üzerinde durulduktan sonra, isnat edilebilirliğin içeriğini oluşturan anlama ve isteme yetenekleri izah edilmeye çalışılmıştır. Bunun ardından söz konusu yeteneklerin, hangi aşamada var olmalarının ceza hukuku anlamında önem taşıdığı üzerinde durularak, bu konudaki önemli bir mesele olan sebebinde serbest hareket kuramı ve kendisini isnat edilemeyen hale getiren kimselerin hangi esaslar doğrultusunda sorumlu tutulacakları sorunu irdelenmiştir. Daha sonra, doktrinde her zaman tartışılmış, aleyhine bir çok görüş beyan edilmiş ve fakat hemen tüm modern ceza kanunları tarafından kabul edilmiş kısmi isnat edilebilirlik kavramı açıklanmış; son olarak da ayrı bir tez konusu oluşturmaları nedeniyle fazla ayrıntıya inilmeden genel olarak isnat edilebilirliği ortadan kaldıran ve azaltan sebepler üzerinde durularak, Türk Ceza Kanunu'nun bu kapsamdaki düzenlemeleri ele alınmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde, isnat yeteneğinin suç genel teorisindeki konumuyla ilgili olarak doktrinde yapılan tartışmalara yer verilmiştir. Öncelikle söz konusu yeteneği suçun bir ön koşulu olarak nitelendiren, yani isnat edilebilir olmayan kimselerin suç işleyemeyeceğini ifade eden görüşler incelenmiş; bu kapsamda isnat yeteneğini ceza normunun muhatabı olmanın bir koşulu sayan ve fiil ehliyeti kavramının ceza hukukundaki karşılığı olarak kabul eden düşünceler ele alınmıştır. Daha sonrasında ise, üzerinde çokça durulan konulardan biri olan, isnat yeteneği ve kusurluluk ilişkisi irdelenmiştir. Bu kapsamda genel olarak kusurluluk kavramı ve söz konusu kavramı açıklamak amacıyla ortaya atılan temel anlayışlar üzerinde durulmuş, fakat çalışmanın esas konusunu oluşturmaması sebebiyle genel bilgiler verilmekle yetinilmiştir. Ardından isnat edilebilirliği, kusurluluğun bir unsuru veya ön koşulu olarak anlayan ve dolayısıyla isnat edilebilir olmayan kimselerin kusurlu olamayacaklarını ifade eden görüşler ele alınmış, sonrasında ise kusurluluk ve isnat yeteneğinin birbirinden bağımsız olduğunu ve anlama ve isteme yeteneğinden yoksun kimselerin de kusurlu davranışlar gerçekleştirebileceğini ileri süren görüşler açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın sonunda da Türk Ceza Kanununun konuya ilişkin hükümleri bu açıklamalar ışığında değerlendirilmiştir.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat