Büyüsün, Yaz!; Toplu Şiirler 1969 - 2007

Stok Kodu:
9789750810619
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
477
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
7
Basım Tarihi:
2018-05-04
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
%36 indirimli
38,89TL
24,89TL
Havale/EFT ile: 24,39TL
9789750810619
663562
Büyüsün, Yaz!; Toplu Şiirler 1969 - 2007
Büyüsün, Yaz!; Toplu Şiirler 1969 - 2007
24.89
"Kıskançlık duysam Hilmi'ye duyardım... Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren bu büyük şair, artık gençlik yıllarından uzaklaşıyor, ama ölümsüzlüğü de sırtlamış gidiyor." - Cahit Külebi- "Dile çok büyük planda hakim olamayan, sözü yazıyı canından sızdırmamış kimseler bu alanda at oynatamaz. Hilmi Yavuz, dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri." - Cemal Süreya- "Kendini yineleyen bir şair değildir. Hilmi Yavuz. 'Bedreddin'in ve 'Doğu Şiirleri'nin Hilmi Yavuz'u, toplumsal kesitleri şiirleştirmekte eşsiz bir düzeye varmıştı." - Doğan Hızlan- "Hilmi Yavuz, dili, sözü, sözcüğü arıtır, yeniden kurar ve Türkçe'yi tarihi-coğrafyasıyla kuşatır, ama şiiri orada bırakmaz... Hüzünle beslenen ve 'insani olan hiçbir şeyi' dışla bırakmayan bir duyarlık birikimiyle dokur şiirini." - Füsun Akatlı- "... şiirlerini biraz ürkerek, ama bambaşka bir Türkçe karşısında, sırılsıklam nhayran olarak okuyorsunuz. Sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sese vuruluyorsunuz. Lütfen ozanın sesini dinleyin, sözlerinden önce... Bir büyük ozana sevgiler sunarak." - Rüştü Şardağ- ... âh bellek, acı bellek! / hem arısın sen / hem kimbilir hangi gülden kalma diken? / ve ne uzun bir büyüsün, yaz! / gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken... Cahit Külebinin deyimiyle, Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren büyük şair Hilmi Yavuzun Toplu Şiirleri, Büyüsün, Yaz!da bir araya geliyor. 1969-2005 yılları arasında kaleme alınan şiirleri kapsayan Büyüsün, Yaz!, şairin sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sesi yakalamak isteyenler için... Tadımlık DEVRİM bir gülün açılması devrimdir bildiğin anladığın bir devrim kimbilir nereye varmışlığımız bir av sonu ağırlayan gözlerim seni anmak öyle kolay değildir denizler: biraz çocuk kalmışlığımız bir gülün açılması devrimdir bildiğin anladığın bir devrim gecede bir bozkır kalmışlığımız bakışları ağırlayan seslerim sana bakmak öyle kolay değildir simgeler: en çocuk yanlışlığımız BEDREDDİN mübalâğa akşam olur güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir yaprağın fetrete düştüğü zaman sen ey yaz günlerini top top ak çuhaya tebdil eyleyip ve bir solgun gülümseme olarak eğnine giyen şaman buyur otur şeyhim samanyollarının ılık sedirine uzan uzun, görklü ve sof yüzünü bizden yana döndür bize buğdayın ateşini gözlerin tîmârını ve hüznün vâridâtını anlat elini elimize dokundurmadan sen ki öldüğü yere bir kök sümbül bırakır gibi usulca sevdalar bırakan ovaların ve kartalların musahibi ne zaman diye sorma, ne zaman yaprağın fetreti gülün kıyâmına gülün kıyâmı ağacın isyânına dönerse işte o zaman mübalâğa akşam olur güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir elini elimize dokundurmadan NÂZIM HİKMET hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız biz ki sessiz ve yağız bir yazın yumağını çözerek ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze ovayı köpürte köpürte akan küheylân ve günleri hoyrat bir mahmuz ya da atlastan bir çarkıfelek gibi döndüre döndüre bir mapustan bir mapusa yollandığımız biz, ey sürgünlerin nâzımı derken tutkulu, sevecen ve yalnız gerek acının teleğinden ve gerek lâcivert gergefinde gecelerin şiiri bir kuş gibi örerek halkımız, gülün sesini savurup bir türkünün kekiğinden tüterken der ki, böyle yazılır sevdamız hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız DOĞUNUN DİYALEKTİĞİ su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi yaprağı akarına bırakmak günün yaşmağını örtünür ve bir tekke nefesi gibi usulca acılanır toprak sesin kendini güle ve gülün kendini sessizliğe dönüştürmesi gibi kendi kendini yağmalayarak odur şafağı dönüştüren ölüme bu yağma sanki yıkık hanların ve yazından baç alınan erguvanların üzerinden bir dağ, örneğin nurhak olup geçmiştir ölüm hangi denizleri gezmiştir bilinir ama mutlak bir büyük hasrete kolan vurarak çıkar kalbimin önüne bir doğudur ki o, gülerken bile bozlak hep susmuş, evet, ve nasıl ki sevdayı gök ekinler gibi tırpanlayarak yeni sevdalar üretmiş, ve susmak yeniden gök ekinler gövertmiş gövertecek de gurbeti sılaya bağlayarak su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi yaprağı akarına bırakmak KORUGANLAR nerde şiirler? nerde o dili yorgun koruganlar? ben şimdi karartılmış bir bulutun rastgele yoldan çevirdiği bir şairim: dilimde ay ağardı ve acılar çıktı diye üzerimden kimbilir nerde aranan ben şimdi ve dâimâ kalbine hüzünler ihbar edilen bir şairim: söyle nerde, haydi söyle o kanayan sözlerle sedefli güzeller? kimbilir nerde saklanan ben şimdi bir gülü kendi güvenliği için bir sevda şiirine dönüştürmeye yargılı bir şairim, yaptığım bu işte! soru sorma, yolları kapat ve unut yazları ve şiirleri kimbilir nerde yazılan KÜLLER VE ZAMAN Zaman, dilsiz çocuk, Zaman... bana neler söylemek istedin? sözcüklere yağan kardın izini yitirdim bakışlarda bir külün içinden okuyuşlarda kardın, kendini küredin Zaman, dilsiz çocuk, Zaman... ince aşklarla yırtılan sendin, yollarla erguvan sunulmuş lânetli kışlardan aldığım belirsiz dokunuşlardan kopan tenini dinledin Zaman, dilsiz çocuk, Zaman... sözcüklerin ardında duran melektin, kendini okuyan Sözün geldiği durumu yaprak ve külden olduğumu belki onlarda söyledin Zaman, dilsiz çocuk, Zaman... AYNALAR VE ZAMAN erguvanlar geçip gittiler bahçelerden geriye sadece erguvanlar kaldı şair! bahçelere özenecek ne vardı? işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ ne aradık sözcüklerin kuytularında ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde? Zamanın sırı hâlâ duruyor olmalı ki üzerimizde biz bakınca görünen aynalardı nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı bir yazın tiniyle bir güzün bedeni hem birleşti hem de ayrıldı sizde şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını o derin sulara kapılmış şiirlerinizde... nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı: kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden geriye sadece kuytular kaldı TEN SONNETSİ ben tenime yürürüm; tenim benim gereksiz et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda... âh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda... belleğim? bir kurttur o! dâimâ ipe sapa gelmeyen birşeyleri parçalıyor... kemirgen! aşk uzakta
"Kıskançlık duysam Hilmi'ye duyardım... Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren bu büyük şair, artık gençlik yıllarından uzaklaşıyor, ama ölümsüzlüğü de sırtlamış gidiyor." - Cahit Külebi- "Dile çok büyük planda hakim olamayan, sözü yazıyı canından sızdırmamış kimseler bu alanda at oynatamaz. Hilmi Yavuz, dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri." - Cemal Süreya- "Kendini yineleyen bir şair değildir. Hilmi Yavuz. 'Bedreddin'in ve 'Doğu Şiirleri'nin Hilmi Yavuz'u, toplumsal kesitleri şiirleştirmekte eşsiz bir düzeye varmıştı." - Doğan Hızlan- "Hilmi Yavuz, dili, sözü, sözcüğü arıtır, yeniden kurar ve Türkçe'yi tarihi-coğrafyasıyla kuşatır, ama şiiri orada bırakmaz... Hüzünle beslenen ve 'insani olan hiçbir şeyi' dışla bırakmayan bir duyarlık birikimiyle dokur şiirini." - Füsun Akatlı- "... şiirlerini biraz ürkerek, ama bambaşka bir Türkçe karşısında, sırılsıklam nhayran olarak okuyorsunuz. Sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sese vuruluyorsunuz. Lütfen ozanın sesini dinleyin, sözlerinden önce... Bir büyük ozana sevgiler sunarak." - Rüştü Şardağ- ... âh bellek, acı bellek! / hem arısın sen / hem kimbilir hangi gülden kalma diken? / ve ne uzun bir büyüsün, yaz! / gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken... Cahit Külebinin deyimiyle, Şiir denilen gizli varlığı bulan, biçimle içeriğin kutsal birleşmesini gerçekleştiren büyük şair Hilmi Yavuzun Toplu Şiirleri, Büyüsün, Yaz!da bir araya geliyor. 1969-2005 yılları arasında kaleme alınan şiirleri kapsayan Büyüsün, Yaz!, şairin sözcükleri tınılaştırırken çıkardığı lirik, insancıl sesi yakalamak isteyenler için... Tadımlık DEVRİM bir gülün açılması devrimdir bildiğin anladığın bir devrim kimbilir nereye varmışlığımız bir av sonu ağırlayan gözlerim seni anmak öyle kolay değildir denizler: biraz çocuk kalmışlığımız bir gülün açılması devrimdir bildiğin anladığın bir devrim gecede bir bozkır kalmışlığımız bakışları ağırlayan seslerim sana bakmak öyle kolay değildir simgeler: en çocuk yanlışlığımız BEDREDDİN mübalâğa akşam olur güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir yaprağın fetrete düştüğü zaman sen ey yaz günlerini top top ak çuhaya tebdil eyleyip ve bir solgun gülümseme olarak eğnine giyen şaman buyur otur şeyhim samanyollarının ılık sedirine uzan uzun, görklü ve sof yüzünü bizden yana döndür bize buğdayın ateşini gözlerin tîmârını ve hüznün vâridâtını anlat elini elimize dokundurmadan sen ki öldüğü yere bir kök sümbül bırakır gibi usulca sevdalar bırakan ovaların ve kartalların musahibi ne zaman diye sorma, ne zaman yaprağın fetreti gülün kıyâmına gülün kıyâmı ağacın isyânına dönerse işte o zaman mübalâğa akşam olur güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir elini elimize dokundurmadan NÂZIM HİKMET hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız biz ki sessiz ve yağız bir yazın yumağını çözerek ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze ovayı köpürte köpürte akan küheylân ve günleri hoyrat bir mahmuz ya da atlastan bir çarkıfelek gibi döndüre döndüre bir mapustan bir mapusa yollandığımız biz, ey sürgünlerin nâzımı derken tutkulu, sevecen ve yalnız gerek acının teleğinden ve gerek lâcivert gergefinde gecelerin şiiri bir kuş gibi örerek halkımız, gülün sesini savurup bir türkünün kekiğinden tüterken der ki, böyle yazılır sevdamız hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız DOĞUNUN DİYALEKTİĞİ su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi yaprağı akarına bırakmak günün yaşmağını örtünür ve bir tekke nefesi gibi usulca acılanır toprak sesin kendini güle ve gülün kendini sessizliğe dönüştürmesi gibi kendi kendini yağmalayarak odur şafağı dönüştüren ölüme bu yağma sanki yıkık hanların ve yazından baç alınan erguvanların üzerinden bir dağ, örneğin nurhak olup geçmiştir ölüm hangi denizleri gezmiştir bilinir ama mutlak bir büyük hasrete kolan vurarak çıkar kalbimin önüne bir doğudur ki o, gülerken bile bozlak hep susmuş, evet, ve nasıl ki sevdayı gök ekinler gibi tırpanlayarak yeni sevdalar üretmiş, ve susmak yeniden gök ekinler gövertmiş gövertecek de gurbeti sılaya bağlayarak su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi yaprağı akarına bırakmak KORUGANLAR nerde şiirler? nerde o dili yorgun koruganlar? ben şimdi karartılmış bir bulutun rastgele yoldan çevirdiği bir şairim: dilimde ay ağardı ve acılar çıktı diye üzerimden kimbilir nerde aranan ben şimdi ve dâimâ kalbine hüzünler ihbar edilen bir şairim: söyle nerde, haydi söyle o kanayan sözlerle sedefli güzeller? kimbilir nerde saklanan ben şimdi bir gülü kendi güvenliği için bir sevda şiirine dönüştürmeye yargılı bir şairim, yaptığım bu işte! soru sorma, yolları kapat ve unut yazları ve şiirleri kimbilir nerde yazılan KÜLLER VE ZAMAN Zaman, dilsiz çocuk, Zaman... bana neler söylemek istedin? sözcüklere yağan kardın izini yitirdim bakışlarda bir külün içinden okuyuşlarda kardın, kendini küredin Zaman, dilsiz çocuk, Zaman... ince aşklarla yırtılan sendin, yollarla erguvan sunulmuş lânetli kışlardan aldığım belirsiz dokunuşlardan kopan tenini dinledin Zaman, dilsiz çocuk, Zaman... sözcüklerin ardında duran melektin, kendini okuyan Sözün geldiği durumu yaprak ve külden olduğumu belki onlarda söyledin Zaman, dilsiz çocuk, Zaman... AYNALAR VE ZAMAN erguvanlar geçip gittiler bahçelerden geriye sadece erguvanlar kaldı şair! bahçelere özenecek ne vardı? işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ ne aradık sözcüklerin kuytularında ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde? Zamanın sırı hâlâ duruyor olmalı ki üzerimizde biz bakınca görünen aynalardı nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı bir yazın tiniyle bir güzün bedeni hem birleşti hem de ayrıldı sizde şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını o derin sulara kapılmış şiirlerinizde... nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı: kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden geriye sadece kuytular kaldı TEN SONNETSİ ben tenime yürürüm; tenim benim gereksiz et parçası, atılmış, duruyor bir kenarda... âh, aşklar vardır şimdi, amaçsız ve ereksiz birlikte dolaşırlar; yırtıcı ve hovarda... belleğim? bir kurttur o! dâimâ ipe sapa gelmeyen birşeyleri parçalıyor... kemirgen! aşk uzakta
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat