9786051286778
650950
https://www.sehadetkitap.com/urun/bozkirda-acan-guller
Bozkırda Açan Güller
6.89
Kalemi elime aldığım vakit düşündüm kim olduğumu, nereden geldiğimi? Evet, ayazın en keskininden karlı dağlarda, kurak bozkırlarda hayatın zorluğunu, insanların yaşam mücadelesini öğrenmiştim, kâğıdın beyazlığına ve sağlığına bakınca sadece gerçekleri düşündüm... Ne kâğıda ne kaleme ne de okuyucuya ihanet etmemek için sadece doğruları yazmaya karar verdim. İnsanları anlamaya çalışıyorum. Her bireyin kendine ait bir dünyası var fakat o dünyaya izinsiz girmiş, katletmiş nice insanlar da var... Oysa en kutsalımız değil miydi hayatlarımız ve canlarımız? Dokunmak, yok etmek hakkı kime verilmişti? Koparırsan bir çiçeği dalından, düşünmez misin, biraz sonra solup kuruyacak o güzellikten bir eser kalmayacak? Hep kendini doğrulayıp haklı görmek aslında haksızlığın arkasına gizlenmektir. Duyduklarınla, öfkenle yargılama hiç kimseyi kendi vicdan mahkemende, zira sen gerçek suçlunun değil kendi düşüncende mahkûm ettiğin suçlunun peşindesin. Anlayamadım insanları, yönetemiyorlar kendi kendilerini, güvenmez olmuşlar ne sevgiye ne de dostluğa... Bir zamanlar o çok sevdiğimiz insan bir gün gelip karşımızda Azrail misali canımıza kastediyor, evet gerçek hayatları yaşananları aldım kaleme, birçoğu hayatta olmayan o bozkırın gülleri nice gözyaşları ve hüzünleri bıraktı geride, her okuyucu kendi vicdanında bulsun iyiyi ve kötüyü.
Bir sonbahar akşamı dışarıda rüzgâr vardı, pencereden bahçedeki ağaçlara bakıyordum, rüzgârda sallanan dallardaki kalan yapraklar da bir bir yere düşüyordu, gözlerim bir dala takıldı, üzerinde sadece bir yaprak kalmıştı fakat öylesine sımsıkı tutunmuştu ki dalına rüzgârın tüm çabasına rağmen yere düşmüyordu. Gece yarısına kadar rüzgârın ve yaprağın mücadelesinden gözlerimi alamadım, bir süre sonra yaprak daha fazla direnemeyip kopup yere düştü; yağmur damlaları pencereme vuruyordu, sanki bu damlalar yaprağının ardından ağlayan ağacın gözyaşlarıydı... Bütün yapraklarını kaybetmişti, az ilerideki çam ağacını kıskanıyordu âdeta, uzaklardan ilahi bir ses duydu; üzülme, kaybettiklerini gün gelecek yeniden giyeceksin, o yeşil elbiseni, bilmez misin ki hiçbir ölüm sonsuz bir ölüm değildir.
Kalemi elime aldığım vakit düşündüm kim olduğumu, nereden geldiğimi? Evet, ayazın en keskininden karlı dağlarda, kurak bozkırlarda hayatın zorluğunu, insanların yaşam mücadelesini öğrenmiştim, kâğıdın beyazlığına ve sağlığına bakınca sadece gerçekleri düşündüm... Ne kâğıda ne kaleme ne de okuyucuya ihanet etmemek için sadece doğruları yazmaya karar verdim. İnsanları anlamaya çalışıyorum. Her bireyin kendine ait bir dünyası var fakat o dünyaya izinsiz girmiş, katletmiş nice insanlar da var... Oysa en kutsalımız değil miydi hayatlarımız ve canlarımız? Dokunmak, yok etmek hakkı kime verilmişti? Koparırsan bir çiçeği dalından, düşünmez misin, biraz sonra solup kuruyacak o güzellikten bir eser kalmayacak? Hep kendini doğrulayıp haklı görmek aslında haksızlığın arkasına gizlenmektir. Duyduklarınla, öfkenle yargılama hiç kimseyi kendi vicdan mahkemende, zira sen gerçek suçlunun değil kendi düşüncende mahkûm ettiğin suçlunun peşindesin. Anlayamadım insanları, yönetemiyorlar kendi kendilerini, güvenmez olmuşlar ne sevgiye ne de dostluğa... Bir zamanlar o çok sevdiğimiz insan bir gün gelip karşımızda Azrail misali canımıza kastediyor, evet gerçek hayatları yaşananları aldım kaleme, birçoğu hayatta olmayan o bozkırın gülleri nice gözyaşları ve hüzünleri bıraktı geride, her okuyucu kendi vicdanında bulsun iyiyi ve kötüyü.
Bir sonbahar akşamı dışarıda rüzgâr vardı, pencereden bahçedeki ağaçlara bakıyordum, rüzgârda sallanan dallardaki kalan yapraklar da bir bir yere düşüyordu, gözlerim bir dala takıldı, üzerinde sadece bir yaprak kalmıştı fakat öylesine sımsıkı tutunmuştu ki dalına rüzgârın tüm çabasına rağmen yere düşmüyordu. Gece yarısına kadar rüzgârın ve yaprağın mücadelesinden gözlerimi alamadım, bir süre sonra yaprak daha fazla direnemeyip kopup yere düştü; yağmur damlaları pencereme vuruyordu, sanki bu damlalar yaprağının ardından ağlayan ağacın gözyaşlarıydı... Bütün yapraklarını kaybetmişti, az ilerideki çam ağacını kıskanıyordu âdeta, uzaklardan ilahi bir ses duydu; üzülme, kaybettiklerini gün gelecek yeniden giyeceksin, o yeşil elbiseni, bilmez misin ki hiçbir ölüm sonsuz bir ölüm değildir.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.