Bir Türk Subayının Sefer Defteri;Mızraklı Süvari Teğmen Selim Bey'in Günlükleri Ekim–Aralık 1912
Boyut:
135-210-
Sayfa Sayısı:
104
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2023-07-03
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
Kitap Kağıdı
Dili:
Türkçe
Kategori:
%8
indirimli
200,00TL
184,00TL
Havale/EFT ile:
180,32TL
9789755539904
611009
https://www.sehadetkitap.com/urun/bir-turk-subayinin-sefer-defteri-mizrakli-suvari-tegmen-selim-beyin-gunlukleri-ekim-aralik-1912
Bir Türk Subayının Sefer Defteri;Mızraklı Süvari Teğmen Selim Bey'in Günlükleri Ekim–Aralık 1912
184.00
Osmanlı ordusunda I. Mızraklı Süvari Alayının bir subayı
olan Teğmen Selim Bey, Fransa'da bir hava kuvvetleri
subayı olarak eğitime gönderilmesini beklerken kendisini
birdenbire savaşın içinde buluyor. İstanbul'dan Süloğlu'na
geliyor (6 Ekim 1912). Oradan, Bulgarlarla çatışa çatışa,
geri çekile çekile Çatalca'ya, oradan da İstanbul'a dönüyor.
Tuttuğu günlükleri Paris'te Fransızca olarak yayımlatıyor
(1913). Teğmen Selim Bey, yalnızca yaşadığı olayları,
tanıklıklarını aktarmakla yetinmiyor, aynı zamanda
Osmanlı'nın çöküşü ve bu gün de hâlâ çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşamayışımız hakkında da bize ışık tutan
önemli saptamalarda bulunuyor: "Kimi benden su istiyor,
kimi ekmek... Emir erimle mataralarımızı ve eyer
kuburlarımızı boşaltıyoruz. Hiçbir şeyim kalmadı ve bana
hâlâ yalvarıyorlar. Bu bahtsızlara cesaretlerini
toplamalarını, hasta arabası bulacakları Hasköy'e kadar
sürüklenmelerini söylüyorum. Zavallılar! Bu yiğit
insanlardan kimbilir kaçı yalnızca yaralarından değil,
açlıktan ve bakımsızlıktan ölmek için orada kaldı...” “Yol –
atlarımızın dizlerinin üstüne kadar çamura battıkları
bataklığa bu adı verebilirsek– sahipleri tarafından
ağırlıklarını hafifletmek için rasgele atılmış her çeşitten
araç gerece bakarak seçilebiliyordu. Ordumuzun yollara
ektiği tüm bu malzeme, zavallı milletimizden acımasızca
sökülüp alınan milyonlarca vergiyi temsil etmektedir.
Yalnızca Alman markalarını görüyoruz ve her an
borçlarımızın Berlin'de yutulduğunu düşünüyorum.
Kalbimde aşırı bir öfke var ve bu öfkenin kendimde olduğu
gibi herkeste olmasını istiyorum...Felaketlerimizin büyük
bir bölümünün sorumluluğu bizde, yani Türk ordusunun
subaylarındadır. Milletin ekmeğini yedik ve ona bizden
beklediği hizmetleri verebilecek kapasitede değiliz. Barış
zamanlarında savaşa nasıl hazırlanacağımızı bilmiyorduk,
bizi doğrudan ilgilendirmeyen şeylerle meşguldük;
Türkiye'yi bir anayasa vererek kurtardığımıza inandık, ama
asıl görevimiz olan güçlü ve eğitimli bir ordu yaratmak
üzerine her zaman düşünmedik.”
Osmanlı ordusunda I. Mızraklı Süvari Alayının bir subayı
olan Teğmen Selim Bey, Fransa'da bir hava kuvvetleri
subayı olarak eğitime gönderilmesini beklerken kendisini
birdenbire savaşın içinde buluyor. İstanbul'dan Süloğlu'na
geliyor (6 Ekim 1912). Oradan, Bulgarlarla çatışa çatışa,
geri çekile çekile Çatalca'ya, oradan da İstanbul'a dönüyor.
Tuttuğu günlükleri Paris'te Fransızca olarak yayımlatıyor
(1913). Teğmen Selim Bey, yalnızca yaşadığı olayları,
tanıklıklarını aktarmakla yetinmiyor, aynı zamanda
Osmanlı'nın çöküşü ve bu gün de hâlâ çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşamayışımız hakkında da bize ışık tutan
önemli saptamalarda bulunuyor: "Kimi benden su istiyor,
kimi ekmek... Emir erimle mataralarımızı ve eyer
kuburlarımızı boşaltıyoruz. Hiçbir şeyim kalmadı ve bana
hâlâ yalvarıyorlar. Bu bahtsızlara cesaretlerini
toplamalarını, hasta arabası bulacakları Hasköy'e kadar
sürüklenmelerini söylüyorum. Zavallılar! Bu yiğit
insanlardan kimbilir kaçı yalnızca yaralarından değil,
açlıktan ve bakımsızlıktan ölmek için orada kaldı...” “Yol –
atlarımızın dizlerinin üstüne kadar çamura battıkları
bataklığa bu adı verebilirsek– sahipleri tarafından
ağırlıklarını hafifletmek için rasgele atılmış her çeşitten
araç gerece bakarak seçilebiliyordu. Ordumuzun yollara
ektiği tüm bu malzeme, zavallı milletimizden acımasızca
sökülüp alınan milyonlarca vergiyi temsil etmektedir.
Yalnızca Alman markalarını görüyoruz ve her an
borçlarımızın Berlin'de yutulduğunu düşünüyorum.
Kalbimde aşırı bir öfke var ve bu öfkenin kendimde olduğu
gibi herkeste olmasını istiyorum...Felaketlerimizin büyük
bir bölümünün sorumluluğu bizde, yani Türk ordusunun
subaylarındadır. Milletin ekmeğini yedik ve ona bizden
beklediği hizmetleri verebilecek kapasitede değiliz. Barış
zamanlarında savaşa nasıl hazırlanacağımızı bilmiyorduk,
bizi doğrudan ilgilendirmeyen şeylerle meşguldük;
Türkiye'yi bir anayasa vererek kurtardığımıza inandık, ama
asıl görevimiz olan güçlü ve eğitimli bir ordu yaratmak
üzerine her zaman düşünmedik.”
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.