9786052601907
478073
https://www.sehadetkitap.com/urun/bir-kalem-kus-olmus
Bir Kalem Kuş Olmuş
105.40
"İnsan büyüdükçe, söylenmeyen dile dökülmemiş saf bilginin kendine de geçmesini istiyor. Büyümenin bambaşka bir dile dönüşmek olduğunu, o dille az ve değerli olacağını sanıyor. Ya da ben bir damlanın içine geçmiş konuşuyorum. Burada her şey yine her şey gibi görünüyor. Kimse gelemiyor. Damlanın içi değişmiyor. Ağırlığın sesini dinle. Bekir! Bekir!"
Serkan Gezmen, Bir Kalem Kuş Olmuş'ta bilincin ötesini, boşluğu, gölgeyi, rüyayı, geceyi aralayan öyküler yazıyor. Öyküleri sanki "Tüllerin arkasında mutsuzluğu sakinleştirmek için rüya hazırlıkları." İmgelerin gösterişinden uzak durarak onların gücünü yol arkadaşı edinen rüya üstü öyküler, kendinden geçen her şey gibi yaşayamamaktan bitap, uyuyamama ya da uyanamama haliyle sarhoş.
Kitabın ilk bölümü olan Nihayetsiz Öyküler'de yazar, hayatın gölgeli ve daha çok karanlık tarafına bakan bir göz. Gözünü kırpmadan bakan ve sonra da imgelerle resim çizen bu göz, kâh okuru gerçeküstü durumlar karşısında bırakır ("Bir taş "vrakk" diyip denize sekiyor. Bir martı "hışır hışır" kanat çırpıp havada asılı duruyor. Bir karabatak boğuluyor, sonra kurtuluyor. Denizden fırlayan balıklar rakı bardağına doğru sadece göz olup ilerliyordu"), kâh insanın içindeki ikiliğe, barışsızlığa vurgu yapar ("Karanlık. Denizi boğacak. İçimizde titreyen korkuya bu adı verebilirdik. Yürüyoruz. Cep telefonlarımızın ışıklarını kullanmak aklımızdan geçmiyor. Işık. Denizi boğacak. İçimizde titreyen korkuya bu adı verebilirdik...).
Kitabın ikinci bölümüne ait başlık ise Soğukmuş. Bu bölümde rüya ya da bilinç üstü değil, yaşama eğilen, yaşama bakan öyküler var. Ancak yazar bu kez bakmıyor, gözlemlemiyor da yaşıyor, ama yaşayamamaktan şikayetçi oluyor gibi. Adeta, "Bakınız yaşanmıyor, yaşanamıyor" diyor. Bunu da bir şikayet tonunda değil de, olanı ifade etmek için kullanıyor. Gezmen'de sıcak olan bilinç üstü sanki. Yaşama dokunduğunda ‘Soğukmuş' derken, biz onu, "ölüymüş," "kışmış", "yalnızmış", "değişmezmiş" gibi anlıyoruz. Ve tekrar nihayetsiz öykülere kaçıyoruz.
Öyküleri bitirdiğinizde, ilk kısmı yeniden okumak isterseniz şaşırmayın.
"Çoğu zaman gördüğümüz rüyaların dışarılarda bir yerlerde, pencerelerden uzakta, güneşin ve yaprakların aralarında anlaştığı bir boşluktan süzüldüğünü, bu süzülme anında donup kalırsak mutlu uyanacağımızı, yok eğer kendimizi hatırlarsak rüyaları kapılara çekeceğimizi ve bu uzun yolda iyiliğin ne yapıp edip sakatlanacağını ve en sonunda kâbus denen aynanın dökülmüş, süklüm püklüm sırrını yol ile öreceğimizi düşünürdüm."
"İnsan büyüdükçe, söylenmeyen dile dökülmemiş saf bilginin kendine de geçmesini istiyor. Büyümenin bambaşka bir dile dönüşmek olduğunu, o dille az ve değerli olacağını sanıyor. Ya da ben bir damlanın içine geçmiş konuşuyorum. Burada her şey yine her şey gibi görünüyor. Kimse gelemiyor. Damlanın içi değişmiyor. Ağırlığın sesini dinle. Bekir! Bekir!"
Serkan Gezmen, Bir Kalem Kuş Olmuş'ta bilincin ötesini, boşluğu, gölgeyi, rüyayı, geceyi aralayan öyküler yazıyor. Öyküleri sanki "Tüllerin arkasında mutsuzluğu sakinleştirmek için rüya hazırlıkları." İmgelerin gösterişinden uzak durarak onların gücünü yol arkadaşı edinen rüya üstü öyküler, kendinden geçen her şey gibi yaşayamamaktan bitap, uyuyamama ya da uyanamama haliyle sarhoş.
Kitabın ilk bölümü olan Nihayetsiz Öyküler'de yazar, hayatın gölgeli ve daha çok karanlık tarafına bakan bir göz. Gözünü kırpmadan bakan ve sonra da imgelerle resim çizen bu göz, kâh okuru gerçeküstü durumlar karşısında bırakır ("Bir taş "vrakk" diyip denize sekiyor. Bir martı "hışır hışır" kanat çırpıp havada asılı duruyor. Bir karabatak boğuluyor, sonra kurtuluyor. Denizden fırlayan balıklar rakı bardağına doğru sadece göz olup ilerliyordu"), kâh insanın içindeki ikiliğe, barışsızlığa vurgu yapar ("Karanlık. Denizi boğacak. İçimizde titreyen korkuya bu adı verebilirdik. Yürüyoruz. Cep telefonlarımızın ışıklarını kullanmak aklımızdan geçmiyor. Işık. Denizi boğacak. İçimizde titreyen korkuya bu adı verebilirdik...).
Kitabın ikinci bölümüne ait başlık ise Soğukmuş. Bu bölümde rüya ya da bilinç üstü değil, yaşama eğilen, yaşama bakan öyküler var. Ancak yazar bu kez bakmıyor, gözlemlemiyor da yaşıyor, ama yaşayamamaktan şikayetçi oluyor gibi. Adeta, "Bakınız yaşanmıyor, yaşanamıyor" diyor. Bunu da bir şikayet tonunda değil de, olanı ifade etmek için kullanıyor. Gezmen'de sıcak olan bilinç üstü sanki. Yaşama dokunduğunda ‘Soğukmuş' derken, biz onu, "ölüymüş," "kışmış", "yalnızmış", "değişmezmiş" gibi anlıyoruz. Ve tekrar nihayetsiz öykülere kaçıyoruz.
Öyküleri bitirdiğinizde, ilk kısmı yeniden okumak isterseniz şaşırmayın.
"Çoğu zaman gördüğümüz rüyaların dışarılarda bir yerlerde, pencerelerden uzakta, güneşin ve yaprakların aralarında anlaştığı bir boşluktan süzüldüğünü, bu süzülme anında donup kalırsak mutlu uyanacağımızı, yok eğer kendimizi hatırlarsak rüyaları kapılara çekeceğimizi ve bu uzun yolda iyiliğin ne yapıp edip sakatlanacağını ve en sonunda kâbus denen aynanın dökülmüş, süklüm püklüm sırrını yol ile öreceğimizi düşünürdüm."
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.