Başlangıcından Günümüze Medya Tarihi

Stok Kodu:
9789753636254
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
363
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
2
Basım Tarihi:
2009-03-03
Çeviren:
Esra Atuk
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
3.Hamur
Dili:
Türkçe
%36 indirimli
16,67TL
10,67TL
Havale/EFT ile: 9,60TL
9789753636254
663282
Başlangıcından Günümüze Medya Tarihi
Başlangıcından Günümüze Medya Tarihi
10.67
Farklı dönem ve ülkelerde, kültürün yapılandırdığı bilgi ile halkın tepkileri arasındaki o karmaşık diyalektiği; düşünce biçimlerinin gelişimini; devlet ile görsel-işitsel basın arasındaki ilişkileri; gazete, radyo ve televizyonların ekonomik yapılanışını; haberlerin biçimlendirilişini ve dolaşımını; özgürlük mücadelelerini; medya-kamuoyu-iktidar ilişkilerini ve daha pek çok konuyu inceliyor "Medya Tarihi". Tadımlık SUNUŞ: MEDYALAR VE KAMUOYU Medya tarihi çok geniş bir alanı kucaklar. Çağlar boyu toplumların kendilerini ve öteki toplumları nasıl gördüklerini ve çeşitli aktörlerin kişisel tasarıları doğrultusunda bu görüntüyü değiştirmek için nasıl çaba harcadıklarını inceleme görevini üstlenerek tüm araştırma sahalarıyla kesişir ve insanların kamusal ve özel alandaki faaliyetlerinin çoğunu kapsar. Bu nedenle, medya tarihi doğrudan pek çok konuyla ilgilidir: Kendisini üretenlere özgü kültürle yapılanan bilgi ile halkın bu bilgiyi üretenleri etkileyen tepkileri arasında oluşan karmaşık diyalektik ilişkiden hareketle farklı dönem ve ülkelerde düşünce biçimlerinin gelişimi; devletle pek çok yönden ilişkili yazılı ya da görsel-işitsel basının, yöneticilerin kendilerini bir aynada izleme saplantısı nedeniyle derinden damgasını vurduğu siyasal yaşam; gazeteler, radyolar ve televizyonlar da kazançlarıyla, dolayısıyla özgürlük alanlarıyla doğrudan piyasa kurallarına bağlı birer şirket olduklarından, ekonomik faaliyet; gazetecilik, dizgicilik, sunuculuk, teknisyenlik gibi her biri özgün ve kendi geleneğine sahip mesleklerde çalışanların davranışlarının da ışık tuttuğu toplumsal dengeler; haber akışının ritmini, haberlerin biçimlendirilişini ve hatta çözümlenişini bu kadar yakından etkileyen tekniknolojilerin dönüşümü... Bu bolluğun konuya entelektüel ve toplumsal açıdan çekicilik kazandırmadığı söylenemez. Ama bu bizi rahatlatmamalı: Böyle bir incelemenin kendine özgü güçlüklerini ölçüp biçmeden kendimizi anlık bir merakın neşeli heyecanına kaptırmak da temkinsizlik olur. İlk tehlike, üzerinde yoğunlaşılması gereken nesnelerin farklılığı ve örneklerin çeşitliliği nedeniyle dağılmasıdır: Her türlü kategoriden, her türlü boyuttaki gazete okyanusunu, basın ajanslarının, radyoların ve bugün hertz dalgalarından ya da kablodan yayın yapan televizyonların neredeyse cesaret kırıcı çokluğunu düşünmek yeterlidir. Tam tersine, bundan kaçınmak istenirse, fazla istatistiki, fazla genel, fazla soyut bazı ifadeler yararına, tüm karmaşıklığıyla gerçekliği gözden kaçırma tehlikesi kendini gösterir. Bir başka sorun da belgelerdeki dengesizlikten kaynaklanmaktadır: Bir tarafta basılan ve saklanan devasa miktarda kâğıt, diğer tarafta bir gazetenin, bir radyonun, bir televizyonun nasıl kurulduğunu tanımlamaya olanak tanıyan şirket arşivlerinin sık rastlanan fakirliği... Medya alanında çalışanlar ender olarak tarihçi kafasına sahiptir. Aktörlerin belleğinde hâkim olan, güvenilir bir kronoloji ve bütününde olayların izlediği yön değil, genellikle öykülerdir. Bu mesleklerde bir olay diğerini kovar; herkes o anı yaşamak, çok az kişisel kâğıt saklamak, geçmişle üzerinde iyice düşünerek ve düzenli bir biçimde ilgilenmemek (bazı parlak gazeteci-tarihçiler dışında) eğilimi gösterir. Buna bir de görsel-işitsel medyalarda arşivlerin saklanması ve bunlara başvurulması konusundaki sorunların o kadar çok söylenmiş söz, o kadar çok görüntü! özellikle derin oluşunu ekleyin. Öyle ki, son zamanlarda, yazılı basının, bıraktığı izler çok daha kolay ulaşılabilir olduğundan, görece öneminin abartılması tehlikesi ortaya çıkmıştır. Üçüncü güçlük daha dolaysız biçimde entelektüeldir: Kamuoyu kavramının medyaların bugün üzerinde etki uyguladıkları, tüm çabalarını yönelttikleri bu alanın bulanıklığından kaynaklanmaktadır. Medya tarihiyle ilgilenen herkes için temel kavram olan kamuoyu, kavranması güç, yanıltıcı biçimde açık ve genellikle yakalandığı sanılan bir anda kum gibi parmakların arasından kaçıveren bir kavramdır. Bu soruna çok yakın bir geçmişte ve Vichy konusunda en doğru biçimde yaklaşan yazarlardan biri olan Pierre Laborieden, tarihçilerin genellikle kamuoyu kavramına yapıştırdıkları sıfatlardan yaptığı envanteri alıyorum: Kavranamaz, sabit olmayan, kırılgan, değişken, karmaşık, tutarsız, uyumsuz, belleksiz... Ve yine aynı yazar bu konuda Roland Barthesın bir sözünü tekrarlıyor: Kısırlık, bir yöntem arzusunu belirtmekten vazgeçmeyen her çalışmayı tehdit eder. Daha işin başındayken bu konu üzerine herhangi bir düşünce geliştirmekten nasıl kurtulabiliriz? Eskiden, kamuoyu tarih yazarlığı başlangıçta ortaya çıkan bu rahatsızlığı aşmak için sadece en önemsiz olanla ilgilenme eğilimi gösteriyordu. Bunu yaparken de, genellikle kamuoyu ve basın arasındaki farkla ilgili yöntemsel sorunu ortaya koymaktan kaçınıyor ve böylelikle bu iki kavramı özdeşleştiriyordu. Uzun süre, Sorbonneda 13 Mayıs Cezayir Krizi karşısında Le Figaro, Côtes-du-Nord bölgesinde basın ve Altı-Gün Savaşları, Le Petit Écho des Ardennesde Liechtenstein türü tezlerin filizlendiği görüldü. Tez konularını dağıtmakla görevli profesörler için bu oldukça rahattı, ama sentetik bir anlayış açısından çok az cesaret vericiydi... İlk soru: Bu kamuoyuna nasıl ulaşılır? İçinde yaşadığımız dönem açısından sahip olduğumuz şansı belirtelim: Kamuoyu araştırmaları çağında yaşıyoruz. Uzun bir dönem içinde bakıldığında, bu araştırmaların geçmişi de oldukça yeni altmış yıldan daha az. Amerika Birleşik Devletlerinde Gallup, Fransada IFOP, vb. otuzlu yıllarda ortaya çıktı. Bu olay kamuoyu üzerine bilinenleri yeniledi, ama en az çözdükleri kadar sorun yarattı. Zira, kamuoyu araştırmaları, ne kadar değerli olurlarsa olsunlar, Prokrustesin yatağı* gibidirler. Duyguların ve beklentilerin karmaşıklığını basitleştirirler ve onları zorla önceden belirlenen kafeslerine yerleştirirler. Kamuoyu araştırmalarıyla, birbirine benzemeyen verileri aynı etiket altında toplama tehlikesi vardır. Sözcüklerin, ve buradan hareketle sorulan soruların, tüm bireyler için aynı anlamı taşıması mümkün değildir; duyarlılıkların ve kültürlerin farklılığı bu toplamaların zorunlu olarak yapay bir şeyler içermesine ne
Farklı dönem ve ülkelerde, kültürün yapılandırdığı bilgi ile halkın tepkileri arasındaki o karmaşık diyalektiği; düşünce biçimlerinin gelişimini; devlet ile görsel-işitsel basın arasındaki ilişkileri; gazete, radyo ve televizyonların ekonomik yapılanışını; haberlerin biçimlendirilişini ve dolaşımını; özgürlük mücadelelerini; medya-kamuoyu-iktidar ilişkilerini ve daha pek çok konuyu inceliyor "Medya Tarihi". Tadımlık SUNUŞ: MEDYALAR VE KAMUOYU Medya tarihi çok geniş bir alanı kucaklar. Çağlar boyu toplumların kendilerini ve öteki toplumları nasıl gördüklerini ve çeşitli aktörlerin kişisel tasarıları doğrultusunda bu görüntüyü değiştirmek için nasıl çaba harcadıklarını inceleme görevini üstlenerek tüm araştırma sahalarıyla kesişir ve insanların kamusal ve özel alandaki faaliyetlerinin çoğunu kapsar. Bu nedenle, medya tarihi doğrudan pek çok konuyla ilgilidir: Kendisini üretenlere özgü kültürle yapılanan bilgi ile halkın bu bilgiyi üretenleri etkileyen tepkileri arasında oluşan karmaşık diyalektik ilişkiden hareketle farklı dönem ve ülkelerde düşünce biçimlerinin gelişimi; devletle pek çok yönden ilişkili yazılı ya da görsel-işitsel basının, yöneticilerin kendilerini bir aynada izleme saplantısı nedeniyle derinden damgasını vurduğu siyasal yaşam; gazeteler, radyolar ve televizyonlar da kazançlarıyla, dolayısıyla özgürlük alanlarıyla doğrudan piyasa kurallarına bağlı birer şirket olduklarından, ekonomik faaliyet; gazetecilik, dizgicilik, sunuculuk, teknisyenlik gibi her biri özgün ve kendi geleneğine sahip mesleklerde çalışanların davranışlarının da ışık tuttuğu toplumsal dengeler; haber akışının ritmini, haberlerin biçimlendirilişini ve hatta çözümlenişini bu kadar yakından etkileyen tekniknolojilerin dönüşümü... Bu bolluğun konuya entelektüel ve toplumsal açıdan çekicilik kazandırmadığı söylenemez. Ama bu bizi rahatlatmamalı: Böyle bir incelemenin kendine özgü güçlüklerini ölçüp biçmeden kendimizi anlık bir merakın neşeli heyecanına kaptırmak da temkinsizlik olur. İlk tehlike, üzerinde yoğunlaşılması gereken nesnelerin farklılığı ve örneklerin çeşitliliği nedeniyle dağılmasıdır: Her türlü kategoriden, her türlü boyuttaki gazete okyanusunu, basın ajanslarının, radyoların ve bugün hertz dalgalarından ya da kablodan yayın yapan televizyonların neredeyse cesaret kırıcı çokluğunu düşünmek yeterlidir. Tam tersine, bundan kaçınmak istenirse, fazla istatistiki, fazla genel, fazla soyut bazı ifadeler yararına, tüm karmaşıklığıyla gerçekliği gözden kaçırma tehlikesi kendini gösterir. Bir başka sorun da belgelerdeki dengesizlikten kaynaklanmaktadır: Bir tarafta basılan ve saklanan devasa miktarda kâğıt, diğer tarafta bir gazetenin, bir radyonun, bir televizyonun nasıl kurulduğunu tanımlamaya olanak tanıyan şirket arşivlerinin sık rastlanan fakirliği... Medya alanında çalışanlar ender olarak tarihçi kafasına sahiptir. Aktörlerin belleğinde hâkim olan, güvenilir bir kronoloji ve bütününde olayların izlediği yön değil, genellikle öykülerdir. Bu mesleklerde bir olay diğerini kovar; herkes o anı yaşamak, çok az kişisel kâğıt saklamak, geçmişle üzerinde iyice düşünerek ve düzenli bir biçimde ilgilenmemek (bazı parlak gazeteci-tarihçiler dışında) eğilimi gösterir. Buna bir de görsel-işitsel medyalarda arşivlerin saklanması ve bunlara başvurulması konusundaki sorunların o kadar çok söylenmiş söz, o kadar çok görüntü! özellikle derin oluşunu ekleyin. Öyle ki, son zamanlarda, yazılı basının, bıraktığı izler çok daha kolay ulaşılabilir olduğundan, görece öneminin abartılması tehlikesi ortaya çıkmıştır. Üçüncü güçlük daha dolaysız biçimde entelektüeldir: Kamuoyu kavramının medyaların bugün üzerinde etki uyguladıkları, tüm çabalarını yönelttikleri bu alanın bulanıklığından kaynaklanmaktadır. Medya tarihiyle ilgilenen herkes için temel kavram olan kamuoyu, kavranması güç, yanıltıcı biçimde açık ve genellikle yakalandığı sanılan bir anda kum gibi parmakların arasından kaçıveren bir kavramdır. Bu soruna çok yakın bir geçmişte ve Vichy konusunda en doğru biçimde yaklaşan yazarlardan biri olan Pierre Laborieden, tarihçilerin genellikle kamuoyu kavramına yapıştırdıkları sıfatlardan yaptığı envanteri alıyorum: Kavranamaz, sabit olmayan, kırılgan, değişken, karmaşık, tutarsız, uyumsuz, belleksiz... Ve yine aynı yazar bu konuda Roland Barthesın bir sözünü tekrarlıyor: Kısırlık, bir yöntem arzusunu belirtmekten vazgeçmeyen her çalışmayı tehdit eder. Daha işin başındayken bu konu üzerine herhangi bir düşünce geliştirmekten nasıl kurtulabiliriz? Eskiden, kamuoyu tarih yazarlığı başlangıçta ortaya çıkan bu rahatsızlığı aşmak için sadece en önemsiz olanla ilgilenme eğilimi gösteriyordu. Bunu yaparken de, genellikle kamuoyu ve basın arasındaki farkla ilgili yöntemsel sorunu ortaya koymaktan kaçınıyor ve böylelikle bu iki kavramı özdeşleştiriyordu. Uzun süre, Sorbonneda 13 Mayıs Cezayir Krizi karşısında Le Figaro, Côtes-du-Nord bölgesinde basın ve Altı-Gün Savaşları, Le Petit Écho des Ardennesde Liechtenstein türü tezlerin filizlendiği görüldü. Tez konularını dağıtmakla görevli profesörler için bu oldukça rahattı, ama sentetik bir anlayış açısından çok az cesaret vericiydi... İlk soru: Bu kamuoyuna nasıl ulaşılır? İçinde yaşadığımız dönem açısından sahip olduğumuz şansı belirtelim: Kamuoyu araştırmaları çağında yaşıyoruz. Uzun bir dönem içinde bakıldığında, bu araştırmaların geçmişi de oldukça yeni altmış yıldan daha az. Amerika Birleşik Devletlerinde Gallup, Fransada IFOP, vb. otuzlu yıllarda ortaya çıktı. Bu olay kamuoyu üzerine bilinenleri yeniledi, ama en az çözdükleri kadar sorun yarattı. Zira, kamuoyu araştırmaları, ne kadar değerli olurlarsa olsunlar, Prokrustesin yatağı* gibidirler. Duyguların ve beklentilerin karmaşıklığını basitleştirirler ve onları zorla önceden belirlenen kafeslerine yerleştirirler. Kamuoyu araştırmalarıyla, birbirine benzemeyen verileri aynı etiket altında toplama tehlikesi vardır. Sözcüklerin, ve buradan hareketle sorulan soruların, tüm bireyler için aynı anlamı taşıması mümkün değildir; duyarlılıkların ve kültürlerin farklılığı bu toplamaların zorunlu olarak yapay bir şeyler içermesine ne
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat