Aşk

Stok Kodu:
9789750806483
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
226
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
4
Basım Tarihi:
2003-08-01
Çeviren:
Esra Özdoğan
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
1.Hamur
Dili:
Türkçe
%36 indirimli
11,11TL
7,11TL
Havale/EFT ile: 6,97TL
9789750806483
662968
Aşk
Aşk
7.11
Nasıl ki bedeni ve ruhu birbirinden ayıramıyorsak, ve biri ötekini etkileyip tamamlıyor ve bu iki bütünlük bir bütün oluşturuyorsa, aşkı da tinsel ve tensel aşk, ya da platonik aşk ve cinsel aşk biçiminde ayrıştıramayız, ya da aşk ve cinsellik arasında asla bir ayrım yapamayız . (...) Ama aşkta kaybetmiş biri olmaya hakkı yoktur insanın; aşkı hissedemeyen birinin, bundan çıkaracak bir dersi yoktur. Aşkın yasalarını belirleyen mutlaka kadınlardır, çünkü Doğanın düzenine göre direniş onlara mahsustur ve erkekler ancak özgürlüklerini feda ettikleri takdirde bu direnişi kırabilirler. Cinsel içgüdü savaşın nedeni ve barışın amacıdır; bütün ciddi eylemlerin temelini oluşturur. Hatta daha ileri gidip, insanın bedenleşmiş bir cinsel içgüdü olduğunu bile söyleyebiliriz. Nedir aşk? İnsanlık tarihiyle yaşıt bu sorunun yanıtı hep arandı; hâlâ aranıyor. Temel Taşlar serisi, insanın kendisini ararken sorduğu temel soruların yanıtlarını düşün tarihinde iz bırakmış yazar ve filozofların kalemlerinden aktarırken, bu kez de, bu zorlu konuda yazılmış temel metinleri bir araya getiriyor. Racineden Thomas Manna, Platondan Nietzscheye farklı yüzyıllardan güçlü seslerin yankılarını günümüze taşıyan bu kitapta herkes kendi aşk tanımını bulacak. Tadımlık Giriş In questo mondo, il quodro non è tondo... Don Giovanni Bir hayal gibiydi (Flaubert, [Gönül Eğitimi]). Aşk: İlk başta bir parıltı, göz kamaştıran bir ışıltı. Mucize, göklerin bir bağışı, büyülenme, gösterişli bir armağan, hayranlığa varan bir şaşkınlık. Yalnızca sanatçılar ve belki de âşıklar kayda değer bir şey söyleyebilir bu konuda. Çünkü umulmadık bir karşılaşma, beklenmedik bir rastlantı, yitirilen bir şeye, gümüş bir paraya, bir oğula (Lukaya göre İncil, 15: 3-32), sağlığa kavuşmanın sonsuz mutluluğu kadar coşku verici bir neşedir aşk, yakalanan zamandır (Proust), kimi zaman da saçma sapan bir olay: Aşkın verebileceği en büyük mutluluk, sevilen kadının elini ilk kez tuttuğunuz o andır... (Stendhal, Aşk Üstüne). Öylesine ani bir neşe ve aydınlanmadır ki soluğu kesilir insanın, şaşkınlıktan donakalır, neşe saçar etrafına. Ve her sabah ışıl ışıl, bulutsuz bir gün yükseliyordu onlar için (Racine, Phèdre). Genelde yıldırım aşkından söz edilir (mucizelere hakkını vermeyen şu beylik lakırdı). Bir anda demeye gelir bu. Aslında aşk çoğu kez hazırlıksız yakalar, içten içe bekleniyor olsa da olmadık anda köşeye kıstırır insanı. Paha biçilmez bir şey için geliştirilen dil de inceliklidir: Molière dalgasını geçer ama başlangıçta usul usul, sinsice yaklaşır aşk ses etmez ve sonra, bir anda, yıldırım oracıkta çarpıverir. O şiddetli sarsıntının cereyanına kapılır insan, şaşkına döner ve henüz kendine gelememişken bir şimşek çakıverir, göz alır ve kısa ya da uzun bir süreliğine kör eder onu. Baskın, kargaşa: Yitip gitmiş (çılgına dönmüştür), hiçbir şeyin farkında değildir, ama sonunda süklüm püklüm, bir darbe aldığını fark eder. İş işten geçmiştir: Bu his (bir yaranın verdiği acı ya da ani bir esrimenin sonsuz mutluluğu) ilk anda hissedilmeyen, neden sonra fark edilen ve daha sonra acıtan, alevlenen, azan ve kimi zaman asla kapanmayan, (Wagner, Parsifal) şu ince uzun bıçak yaralarını andırır. Darbe, yara, afallama, aydınlanma, ateş: O çok eski ama sürekli yenilenen, deniz gibi hep yeni kalan imgeler. Sarsıntı zincirleme tepkiler uyandırır, duygu denir bunlara, arzu, tutku denir; gözlerin, kalbin, kulağın, bütün bedenin sabırsızlığında bile hemen fark edilen şu çaba (conatus), uzamın ve zamanın ötesine şu geçiş (sevgilinin kendini gösterdiği vakitleri, mektupları, telefon zilini kollayarak), tek bir nesneye yoğunlaşma, aniden ve (nihayet) keşfedilen bir İthakaya* duyulan şu özlem, aşkın ve arzunun coşkusu ve gerginliğidir. Beklenmedik bir sarsıntı sonucunda bir İyilik olarak, bir vatan ve dünyanın merkezi olarak keşfedilen bu varlığın çekiciliğinin kaynağında ne vardır peki? Lucretius, ironik ve gösterişli bir kuşkuyla şu çelişkili olguya dikkat çekmiştir: Yaralılar her zaman darbeyi (ictus) indirenin ve yaranın (vulnus) bulunduğu yana düşerler (cadunt) (De Rarum Natura [Doğa Üstüne], IV, 1049-1057). Yara, ateş ya da alev, miyadını doldurmuş bu eğretilemelere gülüp geçmeyelim. Bugün hâlâ aşka düşüyoruz, abayı yakıyoruz, tutulmuş oluyoruz, tutkunum, vurgunum yani vuruldum diyoruz. Vuruldum: Aklımı yitirdim demenin güncel karşılığı. Aşk sarsıntısıyla birine deli divane olunur. Âşık, tıpkı bir deli gibi kendinde değildir, açıklanmaz, akla sığmaz ya da bilinçsiz hisler içindedir, aldığı darbelerden acı çekiyormuşçasına yaşar heyecanlarını, kimi zaman (çoğunlukla yok yere) binlerce işkence çeker, nereden ve nasıl geldiği belirsiz, doğru ya da yanlış yere bu işe neden olduğu varsayılan birine ya da bir şeye mal edilmiş bir sarsıntının, bir yaranın kurbanı olduğunu anlar. Ne bileyim ben diyerek alay eder Corneillei anıştıran Pascal. Bugünse çılgın bir âşığın karşısında şöyle deriz: Neyse ne, olan olmuş! ..
Nasıl ki bedeni ve ruhu birbirinden ayıramıyorsak, ve biri ötekini etkileyip tamamlıyor ve bu iki bütünlük bir bütün oluşturuyorsa, aşkı da tinsel ve tensel aşk, ya da platonik aşk ve cinsel aşk biçiminde ayrıştıramayız, ya da aşk ve cinsellik arasında asla bir ayrım yapamayız . (...) Ama aşkta kaybetmiş biri olmaya hakkı yoktur insanın; aşkı hissedemeyen birinin, bundan çıkaracak bir dersi yoktur. Aşkın yasalarını belirleyen mutlaka kadınlardır, çünkü Doğanın düzenine göre direniş onlara mahsustur ve erkekler ancak özgürlüklerini feda ettikleri takdirde bu direnişi kırabilirler. Cinsel içgüdü savaşın nedeni ve barışın amacıdır; bütün ciddi eylemlerin temelini oluşturur. Hatta daha ileri gidip, insanın bedenleşmiş bir cinsel içgüdü olduğunu bile söyleyebiliriz. Nedir aşk? İnsanlık tarihiyle yaşıt bu sorunun yanıtı hep arandı; hâlâ aranıyor. Temel Taşlar serisi, insanın kendisini ararken sorduğu temel soruların yanıtlarını düşün tarihinde iz bırakmış yazar ve filozofların kalemlerinden aktarırken, bu kez de, bu zorlu konuda yazılmış temel metinleri bir araya getiriyor. Racineden Thomas Manna, Platondan Nietzscheye farklı yüzyıllardan güçlü seslerin yankılarını günümüze taşıyan bu kitapta herkes kendi aşk tanımını bulacak. Tadımlık Giriş In questo mondo, il quodro non è tondo... Don Giovanni Bir hayal gibiydi (Flaubert, [Gönül Eğitimi]). Aşk: İlk başta bir parıltı, göz kamaştıran bir ışıltı. Mucize, göklerin bir bağışı, büyülenme, gösterişli bir armağan, hayranlığa varan bir şaşkınlık. Yalnızca sanatçılar ve belki de âşıklar kayda değer bir şey söyleyebilir bu konuda. Çünkü umulmadık bir karşılaşma, beklenmedik bir rastlantı, yitirilen bir şeye, gümüş bir paraya, bir oğula (Lukaya göre İncil, 15: 3-32), sağlığa kavuşmanın sonsuz mutluluğu kadar coşku verici bir neşedir aşk, yakalanan zamandır (Proust), kimi zaman da saçma sapan bir olay: Aşkın verebileceği en büyük mutluluk, sevilen kadının elini ilk kez tuttuğunuz o andır... (Stendhal, Aşk Üstüne). Öylesine ani bir neşe ve aydınlanmadır ki soluğu kesilir insanın, şaşkınlıktan donakalır, neşe saçar etrafına. Ve her sabah ışıl ışıl, bulutsuz bir gün yükseliyordu onlar için (Racine, Phèdre). Genelde yıldırım aşkından söz edilir (mucizelere hakkını vermeyen şu beylik lakırdı). Bir anda demeye gelir bu. Aslında aşk çoğu kez hazırlıksız yakalar, içten içe bekleniyor olsa da olmadık anda köşeye kıstırır insanı. Paha biçilmez bir şey için geliştirilen dil de inceliklidir: Molière dalgasını geçer ama başlangıçta usul usul, sinsice yaklaşır aşk ses etmez ve sonra, bir anda, yıldırım oracıkta çarpıverir. O şiddetli sarsıntının cereyanına kapılır insan, şaşkına döner ve henüz kendine gelememişken bir şimşek çakıverir, göz alır ve kısa ya da uzun bir süreliğine kör eder onu. Baskın, kargaşa: Yitip gitmiş (çılgına dönmüştür), hiçbir şeyin farkında değildir, ama sonunda süklüm püklüm, bir darbe aldığını fark eder. İş işten geçmiştir: Bu his (bir yaranın verdiği acı ya da ani bir esrimenin sonsuz mutluluğu) ilk anda hissedilmeyen, neden sonra fark edilen ve daha sonra acıtan, alevlenen, azan ve kimi zaman asla kapanmayan, (Wagner, Parsifal) şu ince uzun bıçak yaralarını andırır. Darbe, yara, afallama, aydınlanma, ateş: O çok eski ama sürekli yenilenen, deniz gibi hep yeni kalan imgeler. Sarsıntı zincirleme tepkiler uyandırır, duygu denir bunlara, arzu, tutku denir; gözlerin, kalbin, kulağın, bütün bedenin sabırsızlığında bile hemen fark edilen şu çaba (conatus), uzamın ve zamanın ötesine şu geçiş (sevgilinin kendini gösterdiği vakitleri, mektupları, telefon zilini kollayarak), tek bir nesneye yoğunlaşma, aniden ve (nihayet) keşfedilen bir İthakaya* duyulan şu özlem, aşkın ve arzunun coşkusu ve gerginliğidir. Beklenmedik bir sarsıntı sonucunda bir İyilik olarak, bir vatan ve dünyanın merkezi olarak keşfedilen bu varlığın çekiciliğinin kaynağında ne vardır peki? Lucretius, ironik ve gösterişli bir kuşkuyla şu çelişkili olguya dikkat çekmiştir: Yaralılar her zaman darbeyi (ictus) indirenin ve yaranın (vulnus) bulunduğu yana düşerler (cadunt) (De Rarum Natura [Doğa Üstüne], IV, 1049-1057). Yara, ateş ya da alev, miyadını doldurmuş bu eğretilemelere gülüp geçmeyelim. Bugün hâlâ aşka düşüyoruz, abayı yakıyoruz, tutulmuş oluyoruz, tutkunum, vurgunum yani vuruldum diyoruz. Vuruldum: Aklımı yitirdim demenin güncel karşılığı. Aşk sarsıntısıyla birine deli divane olunur. Âşık, tıpkı bir deli gibi kendinde değildir, açıklanmaz, akla sığmaz ya da bilinçsiz hisler içindedir, aldığı darbelerden acı çekiyormuşçasına yaşar heyecanlarını, kimi zaman (çoğunlukla yok yere) binlerce işkence çeker, nereden ve nasıl geldiği belirsiz, doğru ya da yanlış yere bu işe neden olduğu varsayılan birine ya da bir şeye mal edilmiş bir sarsıntının, bir yaranın kurbanı olduğunu anlar. Ne bileyim ben diyerek alay eder Corneillei anıştıran Pascal. Bugünse çılgın bir âşığın karşısında şöyle deriz: Neyse ne, olan olmuş! ..
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat