9786054974115
569354
https://www.sehadetkitap.com/urun/arafta-ki-cozum-sureci
Arafta Ki Çözüm Süreci
89.90
Elinizdeki çalışma, eşiğine geldiğimiz Dördüncü Türk-Kürt İttifakı'nı bir korkuya veya kendine-etmeye kurban vermenin önüne geçme amacına odaklıdır. Türk-Kürt ilişkilerinin kaderi, hem siyaset hem de akademia “dünya”sında hakkettiği tarihselliği ve güncelliği ölçüsünde tartışılmaktan uzaktır. Daha esef verici olanı, karşı karşıya olduğu tehlikenin asıl “doğa”sı adeta gündem dışına itilmiş durumdadır. Tehlikenin kaynağı ve boyutu Çözüm Süreci'ni hedefleyen uluslararası operasyonun seçimlerle harlanan galiz polemiklerinin tozu dumanına gark olmuştur. Küresel ve yerlisi odakların Süreç merkezli operasyonunun seçim sonuçları üzerinden sonuç almak istediği aşikârdır. Buna göre, Erdoğan hükümetini bir önceki yerel seçim oranının (%39) altına düşürdükten sonra “asıl hamle”ye geçme hedeflenmektedir. Cumhuriyet tarihinin ilk devletleşen hükümeti olarak Kürt meselesini kendi iç dinamiği ve öz-iradesi ile hal yoluna koymaya karar vermiş Erdoğan liderliğini, kaotik sokak hareketliliği ile “alaşağı” etme esas hamle olacaktır. Dolayısıyla İttifak ve Nifak güçlerinin seçimlere yüklenmesi anlaşılırdır. Ancak; tehlikenin doğası dediğimiz “taktik dinamik” çözümlenip çözülemez ise, Hükümet'in seçimlerde %45-50 bandındaki bir muhtemel “oy koruması” da, topyekün saldırı halindeki tamteşekküllü Operasyon'un umutlarını kesmeyecek ve bu ulusal kanaldan sonuç almaya çalışacaktır. “Ulusal kanal”dan meramımız, Ak Parti devletinin İmralı sürecini sevk ve idare eden biriminin istişarelerdeki ruhudur. Bu ruhun Öcalan'daki tezahürüdür. Bu ruh satırların kendisinden çok daha fazla “ara”lardan saçılırken, bunun tartışılmasından kaçma ise, gölette su içmeye çalışırken kendi yansımasını görüp kaçma hâlinin, felsefî metinlerin ünlü rivayetindeki ruhsal çözümlemesini andırmaktadır. Yaklaşık üç yılı aşkındır Çözüm Süreci'nin bu “korku”ya, bu korkudan korkmaya kurban edilmemesi için feryadediyoruz. Süreç'in bir üçüncütoslaması ile (ki bu, aynı “ruhsal konsept” zemininde devam edilmesi durumunda kaçınılmazdır) AK Parti ve PKK/KCK'nin altından kalkamayacağı dediğimiz “yeni çatışma dönemi” ne geçilmemesi için, tabiri caizse kıyameti koparmanın eşiğine gelmiş bulunmaktayız. İlgili temel güçleri, en başta da Erdoğan ve Öcalan'ı “titreyip kendine dönme”ye çağırarak henüz taze 2. Newroz Mektubu'ndaki “öncü sarsıntı”yı haber ederek belirtelim: • Mektup “tarihsel rotasına oturtulmuş Türk-Kürt ilişkileri en kapsamlı demokratik reformları”nı gerçekleştirme sürecinde “iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini, yeterliliğini test etmiştir. Bu testten [herşeye] ...rağmen iki taraf da barış arayışından kararlılıkla çıkmıştır” derken; Bayık'ın Türkçeye çevrilen görüntülü mesajı “AKP'nin çözüm önündeki en bü-yük engel olduğu ortaya çıktı” “somut tahlil”inden hereketle“ Bu engel ortadan kaldırılmadan çözüm gelişmez” diyerek yakın/acil hedefi belirledi. • Bu Newroz'dan dört gün önce KCK Yürütme Konseyi “tarihî bir deklarasyon” ile “Hükümet işlevini yitirdi, AKP muhatap olmaktan çıktı” diye ilan etti. • Bu aynı Newroz'dan bir gün önce, Örgüt'ün reel sesi İMC Tv'de M.Altan ısrarla ve tekrarla “Öcalan devletin elindeki 15 yıllık mahkumdur, Kandil'de olsa nasıl konuşurdu?” diye sorarak PKK'nin ve Kürtlerin onu aslında dinlememesini salık verdi. Birinci Newroz Mektubu'ndaki hayal ile gerçek, diğer bir ifade ile, Öcalan'ın stratejisi ile Kandil'in taktiği arasındaki “reel durum” İkinci Mektup'taki “görüntü”den daha az net değildi: • Mektup “Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı, ‘artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun' noktasına geldik...Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.” derken, çekilme yüzde 20'nin altında kaldığı gibi, Kandil müteakip bütün açıklamalarında “adımlar atılmazsa çıkanları da geri sokarız” diyegelmektedir. • Öcalan buna hiç bir şey dememektedir. • Devletin İmralı birimi ise “görüntü”yü görüp kaçar gibidir. Önümüzdeki “ruh” şudur: Devlet de Öcalan da “silahların kudreti” üzerinden görüşmeleri sürdürmeye devam etmektedir. Rivayet edilir ki, İkinci Dünya Savaşı sonrası günlerde Stalin'e Papa'nın kendisi ile görüşmek istediği iletilir. Stalin duymamazlıktan gelince, duymadığını sanan ileticinin tekrarlaması üzerine Stalin, “Papa'nınkaç tümeni var?” diye sorar... Ama bu yetmiş yıl öncenin Soğuk Savaş konseptinin görüşme ruhu idi. Öcalan'ın Savunmalar' ının temel tezi olan “Dördüncü Türk- Kürt İttifakı”nın önündeki yegane tehlike İmralı görüşmelerindeki bu “ruh”tur. Uluslararası ve yerli uzantısı odakların üzerinde en sonuç-alıcı operasyon yapacakları alana kapıyı sonuna kadar açık tutacak olan da bu “ruh”tur. İmralı Savunmaları'nın satır ve aralarında sivil siyasetin felsefesinin ve “tarihi yaşama ruhu”nun gezindiğini enaz on yıldan beri tekraredegelirim. Ancak öyle anlaşılıyor ki; İmralı “görüşmeler birimi” ndeki güç-ordu-silah besili “devlet aklı” Öcalan'ı silahla siyasetruhuna geri çekmektedir. Çatışma döneminin ruhsal formasyonundan öte bir emare taşımayan figürlerden oluşan İmralı heyetlerinin taşıdığı “devrimin ayak sesleri” de buna binince, Öcalan temel Savunmalar'ında gezinen ruhundan alarm-verici bir düzeyde kopmaktadır. “Devrimler dönemi kapandı, asıl dönüşüm evrimseldir” diyerek sosylaist literatüre 21. yüzyıl perspektifi veren Öcalan, can-havli mücadelesindeki Suriye Kürtleri'nin “ro devrimi” ile dünyaya İsviçre kantonlarından daha demokratik bir “numune” sunduğunu söyleyecek kadar “devrimci” bir noktaya çekildi.3 Bu Newroz mektubunda halkı “en devrimci duygular”ıyla selamlayacak kadar 70'lerin “devrimci heyecan” ına meylettirilmektedir. 3 Araştırmaya değerdir ki, olası bir referendumda Suriye Kürtleri, Kırım'ın Rusya'ya katılma oranından daha yüksek bir oranla Türkiye'ye katılacak kadar Türkiye Kürtleri'dirler. "...O halde halkların başarılı olduğu hiçbir devrim yoktur' denilebilir” den (2004)4 “devrimci halk savaşı”nın uzun-uzun analizlerine (2012),5 “ulusal kelimesini KNK'den6 çıkarıp yerine ‘halk' koyun” ve “kapitalist pazar ulusun rahmidir”den, önüne “demokratik” koyunca kapitalist pazarın rahminden “ulus”u çekip kurtaracağını düşünecek kadar, Öcalan “devrimci savaşcı”lığa ve ulusculuğa rücu etme sürecindedir. Sadece Türk-Kürt ilişkilerinin geleceği değil, Öcalan'ın siyaset ve “özgürlük” geleceği de silah/şiddet ihtimalinin sıfırlandığı bir sivil siyasetten geçtiğini bilmemek için 60-70'li yılların ruhhâline tutuklanmış olmak gerekir. Öcalan'a özgürce siyaset yaptıracak olan, silahın kendisini de gölgesini de tümden devreden çıkarmış, şiddeti ve kırıp-dökmeyi defterinden silmiş bir sivilörgütleşme eylemliliğidir. Öcalan'ın böyle bir sivil potansiyeli silahlı gücü ile karşılaştırılmayacak kadar fazladır. Reel PKK'nin – Sümer Rahip Devleti'nin “toy yıllar”ına kadar uzanan iktidar köklerinin Sovyetik sinmişliği ile – devreye sokmaya yanaşmadığı da Öcalan karizmasının bu potansiyelidir. “Bu kış komünizm gelecek” türünden “Önderlik bu bahar özgür olacak” naralarının, Türk milliyetçilğini kaşıyarak MHP'yi %20'ye doğru tırmandırmaktan başka bir işe yaramadığını – dolayısıyla “Önderlik”in ömrünü İmralı'da tamamlama sürecinin taşlarını döşediğini – idraktan kaçıracak kadar Öcalan'ın basireti “devrim heyecanı” ile kelepçelenmiş ise, burun-buruna olduğumuz tehlike “sonuçta Kudüs'e kral olma arzusu”nun Hz. İsa'yı çarmıha götürmesinden daha küçük değildir. Ancak daha ağırlıklı ve daha ağrılı ihtimal, örgütünün bu “doğa” sını bilen Öcalan'ın başka bir iş-yapar yol bulamama korkusundan “silahla siyaset” seçeneğine yapışık durmasıdır. Bu masum bir subjektif korku olabilir, fakat objektif bir intihardır. Özetle “adım atılmazsa sınır ötesine çekilenler de geri gelir”in oldukça makul algılandığı yerde “silahlar susmuş siyaset konuşuyor” demenin bir kıymeti harbiyesi yoktur. Silahla siyasete devam ediliyor ve bunun çözüme değil, kimsenin altından kalkamayacağı en hafifinden “Ukraynaî” bir çöküme götüreceğini görmemek için gafletten de öte bir hâle yakalanmış olmak gerekir. Çünkü Öcalan'ı ve Türk-Kürt ilişkilerini “düze” çıkaracak olan sivilleşmiş bir örgüt-ve-siyasettir. Seçim “arbede”sinden çıktıktan hemen sonra Ortakvatan'ın ortaklığına inanan herkesin yeni bir hayatiyetle odaklanmak zorunda olduğu yer burasıdır.
Elinizdeki çalışma, eşiğine geldiğimiz Dördüncü Türk-Kürt İttifakı'nı bir korkuya veya kendine-etmeye kurban vermenin önüne geçme amacına odaklıdır. Türk-Kürt ilişkilerinin kaderi, hem siyaset hem de akademia “dünya”sında hakkettiği tarihselliği ve güncelliği ölçüsünde tartışılmaktan uzaktır. Daha esef verici olanı, karşı karşıya olduğu tehlikenin asıl “doğa”sı adeta gündem dışına itilmiş durumdadır. Tehlikenin kaynağı ve boyutu Çözüm Süreci'ni hedefleyen uluslararası operasyonun seçimlerle harlanan galiz polemiklerinin tozu dumanına gark olmuştur. Küresel ve yerlisi odakların Süreç merkezli operasyonunun seçim sonuçları üzerinden sonuç almak istediği aşikârdır. Buna göre, Erdoğan hükümetini bir önceki yerel seçim oranının (%39) altına düşürdükten sonra “asıl hamle”ye geçme hedeflenmektedir. Cumhuriyet tarihinin ilk devletleşen hükümeti olarak Kürt meselesini kendi iç dinamiği ve öz-iradesi ile hal yoluna koymaya karar vermiş Erdoğan liderliğini, kaotik sokak hareketliliği ile “alaşağı” etme esas hamle olacaktır. Dolayısıyla İttifak ve Nifak güçlerinin seçimlere yüklenmesi anlaşılırdır. Ancak; tehlikenin doğası dediğimiz “taktik dinamik” çözümlenip çözülemez ise, Hükümet'in seçimlerde %45-50 bandındaki bir muhtemel “oy koruması” da, topyekün saldırı halindeki tamteşekküllü Operasyon'un umutlarını kesmeyecek ve bu ulusal kanaldan sonuç almaya çalışacaktır. “Ulusal kanal”dan meramımız, Ak Parti devletinin İmralı sürecini sevk ve idare eden biriminin istişarelerdeki ruhudur. Bu ruhun Öcalan'daki tezahürüdür. Bu ruh satırların kendisinden çok daha fazla “ara”lardan saçılırken, bunun tartışılmasından kaçma ise, gölette su içmeye çalışırken kendi yansımasını görüp kaçma hâlinin, felsefî metinlerin ünlü rivayetindeki ruhsal çözümlemesini andırmaktadır. Yaklaşık üç yılı aşkındır Çözüm Süreci'nin bu “korku”ya, bu korkudan korkmaya kurban edilmemesi için feryadediyoruz. Süreç'in bir üçüncütoslaması ile (ki bu, aynı “ruhsal konsept” zemininde devam edilmesi durumunda kaçınılmazdır) AK Parti ve PKK/KCK'nin altından kalkamayacağı dediğimiz “yeni çatışma dönemi” ne geçilmemesi için, tabiri caizse kıyameti koparmanın eşiğine gelmiş bulunmaktayız. İlgili temel güçleri, en başta da Erdoğan ve Öcalan'ı “titreyip kendine dönme”ye çağırarak henüz taze 2. Newroz Mektubu'ndaki “öncü sarsıntı”yı haber ederek belirtelim: • Mektup “tarihsel rotasına oturtulmuş Türk-Kürt ilişkileri en kapsamlı demokratik reformları”nı gerçekleştirme sürecinde “iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini, yeterliliğini test etmiştir. Bu testten [herşeye] ...rağmen iki taraf da barış arayışından kararlılıkla çıkmıştır” derken; Bayık'ın Türkçeye çevrilen görüntülü mesajı “AKP'nin çözüm önündeki en bü-yük engel olduğu ortaya çıktı” “somut tahlil”inden hereketle“ Bu engel ortadan kaldırılmadan çözüm gelişmez” diyerek yakın/acil hedefi belirledi. • Bu Newroz'dan dört gün önce KCK Yürütme Konseyi “tarihî bir deklarasyon” ile “Hükümet işlevini yitirdi, AKP muhatap olmaktan çıktı” diye ilan etti. • Bu aynı Newroz'dan bir gün önce, Örgüt'ün reel sesi İMC Tv'de M.Altan ısrarla ve tekrarla “Öcalan devletin elindeki 15 yıllık mahkumdur, Kandil'de olsa nasıl konuşurdu?” diye sorarak PKK'nin ve Kürtlerin onu aslında dinlememesini salık verdi. Birinci Newroz Mektubu'ndaki hayal ile gerçek, diğer bir ifade ile, Öcalan'ın stratejisi ile Kandil'in taktiği arasındaki “reel durum” İkinci Mektup'taki “görüntü”den daha az net değildi: • Mektup “Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı, ‘artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun' noktasına geldik...Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.” derken, çekilme yüzde 20'nin altında kaldığı gibi, Kandil müteakip bütün açıklamalarında “adımlar atılmazsa çıkanları da geri sokarız” diyegelmektedir. • Öcalan buna hiç bir şey dememektedir. • Devletin İmralı birimi ise “görüntü”yü görüp kaçar gibidir. Önümüzdeki “ruh” şudur: Devlet de Öcalan da “silahların kudreti” üzerinden görüşmeleri sürdürmeye devam etmektedir. Rivayet edilir ki, İkinci Dünya Savaşı sonrası günlerde Stalin'e Papa'nın kendisi ile görüşmek istediği iletilir. Stalin duymamazlıktan gelince, duymadığını sanan ileticinin tekrarlaması üzerine Stalin, “Papa'nınkaç tümeni var?” diye sorar... Ama bu yetmiş yıl öncenin Soğuk Savaş konseptinin görüşme ruhu idi. Öcalan'ın Savunmalar' ının temel tezi olan “Dördüncü Türk- Kürt İttifakı”nın önündeki yegane tehlike İmralı görüşmelerindeki bu “ruh”tur. Uluslararası ve yerli uzantısı odakların üzerinde en sonuç-alıcı operasyon yapacakları alana kapıyı sonuna kadar açık tutacak olan da bu “ruh”tur. İmralı Savunmaları'nın satır ve aralarında sivil siyasetin felsefesinin ve “tarihi yaşama ruhu”nun gezindiğini enaz on yıldan beri tekraredegelirim. Ancak öyle anlaşılıyor ki; İmralı “görüşmeler birimi” ndeki güç-ordu-silah besili “devlet aklı” Öcalan'ı silahla siyasetruhuna geri çekmektedir. Çatışma döneminin ruhsal formasyonundan öte bir emare taşımayan figürlerden oluşan İmralı heyetlerinin taşıdığı “devrimin ayak sesleri” de buna binince, Öcalan temel Savunmalar'ında gezinen ruhundan alarm-verici bir düzeyde kopmaktadır. “Devrimler dönemi kapandı, asıl dönüşüm evrimseldir” diyerek sosylaist literatüre 21. yüzyıl perspektifi veren Öcalan, can-havli mücadelesindeki Suriye Kürtleri'nin “ro devrimi” ile dünyaya İsviçre kantonlarından daha demokratik bir “numune” sunduğunu söyleyecek kadar “devrimci” bir noktaya çekildi.3 Bu Newroz mektubunda halkı “en devrimci duygular”ıyla selamlayacak kadar 70'lerin “devrimci heyecan” ına meylettirilmektedir. 3 Araştırmaya değerdir ki, olası bir referendumda Suriye Kürtleri, Kırım'ın Rusya'ya katılma oranından daha yüksek bir oranla Türkiye'ye katılacak kadar Türkiye Kürtleri'dirler. "...O halde halkların başarılı olduğu hiçbir devrim yoktur' denilebilir” den (2004)4 “devrimci halk savaşı”nın uzun-uzun analizlerine (2012),5 “ulusal kelimesini KNK'den6 çıkarıp yerine ‘halk' koyun” ve “kapitalist pazar ulusun rahmidir”den, önüne “demokratik” koyunca kapitalist pazarın rahminden “ulus”u çekip kurtaracağını düşünecek kadar, Öcalan “devrimci savaşcı”lığa ve ulusculuğa rücu etme sürecindedir. Sadece Türk-Kürt ilişkilerinin geleceği değil, Öcalan'ın siyaset ve “özgürlük” geleceği de silah/şiddet ihtimalinin sıfırlandığı bir sivil siyasetten geçtiğini bilmemek için 60-70'li yılların ruhhâline tutuklanmış olmak gerekir. Öcalan'a özgürce siyaset yaptıracak olan, silahın kendisini de gölgesini de tümden devreden çıkarmış, şiddeti ve kırıp-dökmeyi defterinden silmiş bir sivilörgütleşme eylemliliğidir. Öcalan'ın böyle bir sivil potansiyeli silahlı gücü ile karşılaştırılmayacak kadar fazladır. Reel PKK'nin – Sümer Rahip Devleti'nin “toy yıllar”ına kadar uzanan iktidar köklerinin Sovyetik sinmişliği ile – devreye sokmaya yanaşmadığı da Öcalan karizmasının bu potansiyelidir. “Bu kış komünizm gelecek” türünden “Önderlik bu bahar özgür olacak” naralarının, Türk milliyetçilğini kaşıyarak MHP'yi %20'ye doğru tırmandırmaktan başka bir işe yaramadığını – dolayısıyla “Önderlik”in ömrünü İmralı'da tamamlama sürecinin taşlarını döşediğini – idraktan kaçıracak kadar Öcalan'ın basireti “devrim heyecanı” ile kelepçelenmiş ise, burun-buruna olduğumuz tehlike “sonuçta Kudüs'e kral olma arzusu”nun Hz. İsa'yı çarmıha götürmesinden daha küçük değildir. Ancak daha ağırlıklı ve daha ağrılı ihtimal, örgütünün bu “doğa” sını bilen Öcalan'ın başka bir iş-yapar yol bulamama korkusundan “silahla siyaset” seçeneğine yapışık durmasıdır. Bu masum bir subjektif korku olabilir, fakat objektif bir intihardır. Özetle “adım atılmazsa sınır ötesine çekilenler de geri gelir”in oldukça makul algılandığı yerde “silahlar susmuş siyaset konuşuyor” demenin bir kıymeti harbiyesi yoktur. Silahla siyasete devam ediliyor ve bunun çözüme değil, kimsenin altından kalkamayacağı en hafifinden “Ukraynaî” bir çöküme götüreceğini görmemek için gafletten de öte bir hâle yakalanmış olmak gerekir. Çünkü Öcalan'ı ve Türk-Kürt ilişkilerini “düze” çıkaracak olan sivilleşmiş bir örgüt-ve-siyasettir. Seçim “arbede”sinden çıktıktan hemen sonra Ortakvatan'ın ortaklığına inanan herkesin yeni bir hayatiyetle odaklanmak zorunda olduğu yer burasıdır.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.