Anadolu'da Çocuk Hekimliğinin 12.000 Yıllık Öyküsü

Stok Kodu:
9789752776555
Boyut:
160-240-0
Sayfa Sayısı:
208
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2023-12-08
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
Kuşe
Dili:
Türkçe
%8 indirimli
200,00TL
184,00TL
Havale/EFT ile: 180,32TL
9789752776555
650247
Anadolu'da Çocuk Hekimliğinin 12.000 Yıllık Öyküsü
Anadolu'da Çocuk Hekimliğinin 12.000 Yıllık Öyküsü
184.00
Anadolu'da Çocuk Hekimliğinin 12.000 Yıllık Öyküsü Her şeyden önce bu kitabı elinize alıp incelemeye başladığınız için teşekkür ederim. Muhtemelen aklınıza gelen ilk soru, neden böyle bir kitabın hazırlandığı, eskiden yaşamış hekimlerin hatırlanmasının bize ne yararı olacağıdır. Bunun en kısa cevabı geçmişimizi inceleyerek günümüze ve geleceğimize daha iyi bakmaktır. Bugünün ışığında geçmişi öğrenmek, geçmişin ışığında bugünü öğrenmek demektir. İnsanın bugün ne yaptığını ve gelecekte ne yapabileceğini bilmesi, büyük ölçüde kendi tarihini anlamasına bağlıdır. Bir başka deyişle insanların bundan sonra ne yapabilecekleri konusundaki tek ip ucu, bugüne kadar yaptıklarıdır. Bugünkü olayların ve bilgilerin kökeni geçmiştedir, gelecekteki olayların da temelleri bugündedir. Tarih geçmişi bugüne, bugünü de geleceğe bağlar. Bu nedenle tarihteki olayların ve kişilerin, her çağda ve o günün şartlarında yeniden incelenmesi gerekir. Böylelikle geçmişteki olaylar ve kişiler daha iyi anlaşılır; bunlardan elde edilen bilgilerle geleceğe daha iyi bakılması sağlanır. Geçmiş, bugünü geliştirip, geleceğin belirlenmesine yarayan tek hazinedir. Bu nedenle kültürel mirasa sahip çıkmak, insanlık adına ideolojik bir tavır içine girmektir. Kültürel değerlere sahip çıkma denildiği zaman, bu topraklar üzerinde yaşamış halkların kültürlerini özümsemek anlaşılır. Binlerce yıldır Anadolu'da yaşayan insanlar uygarlıklar yaratmış, yaratılanların zenginleşmesine katkıda bulunmuştur. Buna karşılık ülkemizde yıllar süren eğitim ve kültür politikası ile yazılan resmi tarih, üzerinde yaşadığımız yerlerin toplumsal ve tarihsel gerçeklerini öğrenmemizi büyük ölçüde engellemiştir. Örneğin, İslam öncesi Türk tarihinin yüceltilmesi için dünyada bizden başka kimsenin bilmediği ‘Orta Asya'dan Göç Haritaları' hazırlanmış; Türklerin Anadolu'nun en eski sakinleri olduğunu kanıtlamak için Hititlerin Türk oldukları ileri sürülmüştür. Resmi tarih oluşturmanın asıl amacı ‘resmi ideoloji' oluşturmaktır. Resmi tarih oluşturmak toplumsal belleğin yok edilerek ya da değiştirilerek, günün egemenlerinin ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden kurgulanmasıyla mümkün olur. Geçmişteki bazı olaylar abartılır, bazıları yok sayılır ya da önemsizleştirilir, ortaya çıkan boşluklar gerçekmiş gibi gösterilen efsaneler ve hayallerle doldurulur; yapılan değişikliklerin düzeltilmemesi için tabular oluşturulur. Bu şekilde hazırlanarak genç nesillere öğretilen tarih ‘gerçek tarih' değil, ısmarlama üzerine üretilmiş bir tarihtir. Gizlenen ve unutturulan tarihle, hafıza kaybına uğramış, kim olduğunu, ne olduğunu, nereden geldiğini bilmeyen, kendi geçmişine yabancılaşmış topluma egemen olmak çok daha kolaydır. Resmi tarih eğitiminin amacı insanların, özellikle de genç nesillerin geçmişleriyle, tarihleriyle, atalarıyla gurur duymasını sağlamaktır. Geçmişle gurur duymak için de geçmiş şanlı olmalıdır. Resmi tarihçi bu aşamada devreye girer ve şanlı bir geçmiş yaratılır; utanılacak ne varsa yok sayılır. Bunun konumuzla ilgili en iyi örneği ‘Çocuk Hekimlerinin Babası' kabul edilen Ebubekir Razi'dir (854-925). Türk-İslam hekimi olarak öğretilirken, nasıl bir inanca sahip olduğu gizlenir. Halbuki Razi tarihin ilk deistlerindedir. Ona göre Tanrıya inanmak yeter; peygamberlere ve dine ihtiyaç yoktur. Allah'ı bilmek ve ahlâklı olmak için akıl yeterlidir. Dinlerden beklenenin akıldan beklenmedikçe insanlığın düzelmesi mümkün değildir (Öztürk YN. Deizm. İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, 2015: 124-126). İslam felsefecisi Fahreddin Razi (1149-1210) ile karıştırılması bunları gün yüzüne çıkmasına engel olur. Ancak bu kitapta sunulan kişilerin felsefi görüşlerine ve inançlarına bakılmaksızın tanıtımları amaçlanmıştır. Nitekim İslam Tıbbı bölümünde Sabiî ve Hristiyan hekimler de yer almaktadır. Tarih ile ilgili bir metin hazırlarken diğer bir sorun Avrupa merkezciliktir. Bu Avrupa'nın, kendi değerlerini merkeze alan ve bunların dışındaki her değere ve değer sahibine ‘öteki' olarak bakma tutumudur. Kökeninde, bilim tarihi ve teknolojinin eski Yunanlılarla başladığı inancı vardır. Böyle bir yaklaşımda Anadolu'da her şeyin Yunanlılarla başladığı düşüncesi ortaya çıkarılır; onlardan önceki uygarlıklar göz ardı edilir. Halbuki Anadolu'ya yerleşen Yunanlılar, daha önce burada yaşayan insanları assimile etmişler, kendi dillerini onlara verirken, onların kültürlerini Yunanlaştırmışlardır. Örneğin İzmir'de doğmuş bir ozan olan Homeros, Truva Savaşı'nı anlattığı "İlyada”da Hititler'den ve diğer doğu halklarından etkilenmiş; "Odessa”da Sümerli Gılgamış'ı İthekalı Odysseus'a uyarlamıştır. Homeros hiçbir yerde kendisinin Yunanlı olduğundan söz etmez; Yunanlılar için Akalar terimini kullanır. Denizlere egemen olan Yunanların dili, tıpkı günümüz İngilizcesi gibi bir ticaret dili, bilim dili olarak antik dünyaya yayıldığından; bir kısım halk kendi ana dili yanında, yine tıpkı İngilizce gibi, onu da konuşmuş olmalıdır. Bu nedenle göçlerden 500 yıl sonra bile Thales'in baba adı, Hekateios'un kendi adı, Herodot'un amca adı Karya dilindendir. Avrupa merkezli tarihte ataları Karyalı olan bu büyük düşünür ve yazarları Yunanlı olarak tanıtılır; Milet'te o dönemlerde Karca konuşulduğuna hiç değinilmez. İşin ilginç yanı bizim de bunu kabul etmemizdir. Bu kabul Avrupa merkezli resmi tarihin toplumsal belleğimizi nasıl körelttiğinin iyi bir örneğidir. Ancak tarihimizde gerçekleri söyleyenler de vardır. Bunlardan biri Fatih Sultan Mehmet'tir. Montaigne (1533-1592) "Denemeler”inde Fatih'in Papa II. Pius'a yazdığı mektupta "İtalyanların bana düşman olmalarına şaşıyorum. Biz de İtalyanlar gibi Troyalıların soyundanız. Yunanlılardan Hektor'un öcünü almak benim kadar onlara da düşer; onlar ise bana karşı Yunanlıları tutuyorlar” dediğini belirtir [Montaigne. Denemeler (çeviri: S. Eyuboğlu). İstanbul: Cem Yayınevi, 1993: 225]. Bu felsefe doğrultusunda hazırlanan kitapta Anadolu'da çocuk hekimliği alanında eserler vermiş kişiler tanıtılırken, doğdukları ya da yaşadıkları yerin bugünkü adları verilerek dikkat çekmeye çalışılmıştır. Sunulan kitapta 1915 yılından sonra doğanlar çalışma kapsamına alınmamıştır. Bunun en önemli nedenleri bu tarihten sonra doğan hekimlerin bazılarının ya da çok yakınlarının henüz hayatta olmaları ve değerlendirmelerin resmi tarihin tabuların dışına çıkılarak sağlıklı bir şekilde yapılamamasıdır. Bu tarihten sonra doğanların tanıtımları, bizden sonraki nesillerin sorumluluğunda olacaktır. Bu kitap yaşam enerjilerini, ömürlerinin sonuna kadar yaşadığımız topraklarda çocukların sağlığı için harcamış, bugün çoğunun adları unutulmuş meslekdaşlarımızın aziz hatıralarını anmaya adanmıştır. Ölüm insanların alın yazısıdır ve insanların çalışmaları ömürleriyle sınırlıdır. Ancak insan biyolojik olarak öldükten sonra eserleriyle değişik bir anlamda olsa da yaşamaya devam eder. Zamanla önce adı, sonra da eserleri unutulur. Gerçek ölüm tamamen unutulmaktır. Bizler de bugün aramızda bulunmayan, aynı zamanda hemşehrimiz olan meslekdaşlarımızı hatırlayalım ki, anıları canlı kalsın, gönüllerimizde yaşamaya devam etsinler. İnsanın en büyük eseri kendi yaşantısıdır. Sonra yaptıkları, yazdıkları gelir. Bu yolla düşüncelerini, duygularını kendisinden çok sonraları yaşam sıraları gelenlere iletebilir. Güçsüz kalanların ellerinden düşen kitapları, yaptıkları eserleri alıp, onların çalışmalarını sürdürecek, gelecek nesillere aktaracak kişiler her zaman bulunacak; insanlığı aydınlatan ışık yaşıyan eller değişse de taşıdıkları ışık ölümsüz olacaktır. Geçmişten geleceğe uzanan bu yolculukta bazı insanlar taşıdıkları meşale ile yalnız çevrelerindeki insanların değil kendilerinden sonra gelen insanların da yolunu aydınlatırlar. Bu insanlar yaşadıkları yıllarda diğer insanlara ve kendilerinden sonra gelenlere rehber olmuş kişilerdir. Dilerim onların erdemleri rehberimiz, anıları yolumuza ışık olsun. Bundan sonra rehber olacak kişilerin kimler olabileceği konusunda şimdiden bir şey söyleyemeyiz. Yapabileceğimiz öncelikle yolu bulmak, yola çıkmak, yolda olmak, yol almak ve yol olmaktır. Anadolu'da Çocuk Hekimliğinin 12.000 Yıllık Öyküsü, bunu oluşturan kişilerin yaşam öyküleri üzerinden anlatılmaya çalışılmıştır. Bugüne kadar Anadolu'da yetişen çocuk hekimlerinin ya da çocuk hekimliği ile ilişkili kişilerin, yaşamları ve eserleriyle ilgileneceklere bir başlangıç noktası olabileceğine inandığım kitabı değerlendirmenize sunuyorum. Okuyan herkesin aradıklarıyla ilgili bazı şeyler bulabileceğine düşündüğüm bu mütevazi kitabın, tam ve kusursuz olduğunu asla ileri sürmüyorum. Amacım geçmişle aramızdaki perdeyi biraz aralamak, gelecek kuşakların geçmişse yönelik arayışlarına ışık tutmak olmuştur. Ancak bunu yapmaya çalışırken eksikliklerimin ve yanlışlıklarımın olabileceğini biliyorum. Okuyucuların bunları hoşgörüp, düzeltilmeleri için bana yardımcı olacaklarını umut ediyorum. Atalarımızın dediği gibi "İlmin ve olgunluğun en yüksek derecesi hoşgörüdür”. Murat Yurdakök Genişletilmiş İkinci Baskıya Önsöz Kitabın Birinci Baskısı'nın yapıldıktan sonra geçen yaklaşık bir yıllık süre içinde elde edilen yeni bilgiler doğrultusunda genişletilerek hazırlanan, ancak 1923 yılında ve sonrasında doğan hekimlerin alınmadığı "Genişletilmiş İkinci Baskısı”nı değerlendirmenize sunuyorum. Selam, Sevgi ve Saygılarımla, Murat Yurdakök
Anadolu'da Çocuk Hekimliğinin 12.000 Yıllık Öyküsü Her şeyden önce bu kitabı elinize alıp incelemeye başladığınız için teşekkür ederim. Muhtemelen aklınıza gelen ilk soru, neden böyle bir kitabın hazırlandığı, eskiden yaşamış hekimlerin hatırlanmasının bize ne yararı olacağıdır. Bunun en kısa cevabı geçmişimizi inceleyerek günümüze ve geleceğimize daha iyi bakmaktır. Bugünün ışığında geçmişi öğrenmek, geçmişin ışığında bugünü öğrenmek demektir. İnsanın bugün ne yaptığını ve gelecekte ne yapabileceğini bilmesi, büyük ölçüde kendi tarihini anlamasına bağlıdır. Bir başka deyişle insanların bundan sonra ne yapabilecekleri konusundaki tek ip ucu, bugüne kadar yaptıklarıdır. Bugünkü olayların ve bilgilerin kökeni geçmiştedir, gelecekteki olayların da temelleri bugündedir. Tarih geçmişi bugüne, bugünü de geleceğe bağlar. Bu nedenle tarihteki olayların ve kişilerin, her çağda ve o günün şartlarında yeniden incelenmesi gerekir. Böylelikle geçmişteki olaylar ve kişiler daha iyi anlaşılır; bunlardan elde edilen bilgilerle geleceğe daha iyi bakılması sağlanır. Geçmiş, bugünü geliştirip, geleceğin belirlenmesine yarayan tek hazinedir. Bu nedenle kültürel mirasa sahip çıkmak, insanlık adına ideolojik bir tavır içine girmektir. Kültürel değerlere sahip çıkma denildiği zaman, bu topraklar üzerinde yaşamış halkların kültürlerini özümsemek anlaşılır. Binlerce yıldır Anadolu'da yaşayan insanlar uygarlıklar yaratmış, yaratılanların zenginleşmesine katkıda bulunmuştur. Buna karşılık ülkemizde yıllar süren eğitim ve kültür politikası ile yazılan resmi tarih, üzerinde yaşadığımız yerlerin toplumsal ve tarihsel gerçeklerini öğrenmemizi büyük ölçüde engellemiştir. Örneğin, İslam öncesi Türk tarihinin yüceltilmesi için dünyada bizden başka kimsenin bilmediği ‘Orta Asya'dan Göç Haritaları' hazırlanmış; Türklerin Anadolu'nun en eski sakinleri olduğunu kanıtlamak için Hititlerin Türk oldukları ileri sürülmüştür. Resmi tarih oluşturmanın asıl amacı ‘resmi ideoloji' oluşturmaktır. Resmi tarih oluşturmak toplumsal belleğin yok edilerek ya da değiştirilerek, günün egemenlerinin ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden kurgulanmasıyla mümkün olur. Geçmişteki bazı olaylar abartılır, bazıları yok sayılır ya da önemsizleştirilir, ortaya çıkan boşluklar gerçekmiş gibi gösterilen efsaneler ve hayallerle doldurulur; yapılan değişikliklerin düzeltilmemesi için tabular oluşturulur. Bu şekilde hazırlanarak genç nesillere öğretilen tarih ‘gerçek tarih' değil, ısmarlama üzerine üretilmiş bir tarihtir. Gizlenen ve unutturulan tarihle, hafıza kaybına uğramış, kim olduğunu, ne olduğunu, nereden geldiğini bilmeyen, kendi geçmişine yabancılaşmış topluma egemen olmak çok daha kolaydır. Resmi tarih eğitiminin amacı insanların, özellikle de genç nesillerin geçmişleriyle, tarihleriyle, atalarıyla gurur duymasını sağlamaktır. Geçmişle gurur duymak için de geçmiş şanlı olmalıdır. Resmi tarihçi bu aşamada devreye girer ve şanlı bir geçmiş yaratılır; utanılacak ne varsa yok sayılır. Bunun konumuzla ilgili en iyi örneği ‘Çocuk Hekimlerinin Babası' kabul edilen Ebubekir Razi'dir (854-925). Türk-İslam hekimi olarak öğretilirken, nasıl bir inanca sahip olduğu gizlenir. Halbuki Razi tarihin ilk deistlerindedir. Ona göre Tanrıya inanmak yeter; peygamberlere ve dine ihtiyaç yoktur. Allah'ı bilmek ve ahlâklı olmak için akıl yeterlidir. Dinlerden beklenenin akıldan beklenmedikçe insanlığın düzelmesi mümkün değildir (Öztürk YN. Deizm. İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, 2015: 124-126). İslam felsefecisi Fahreddin Razi (1149-1210) ile karıştırılması bunları gün yüzüne çıkmasına engel olur. Ancak bu kitapta sunulan kişilerin felsefi görüşlerine ve inançlarına bakılmaksızın tanıtımları amaçlanmıştır. Nitekim İslam Tıbbı bölümünde Sabiî ve Hristiyan hekimler de yer almaktadır. Tarih ile ilgili bir metin hazırlarken diğer bir sorun Avrupa merkezciliktir. Bu Avrupa'nın, kendi değerlerini merkeze alan ve bunların dışındaki her değere ve değer sahibine ‘öteki' olarak bakma tutumudur. Kökeninde, bilim tarihi ve teknolojinin eski Yunanlılarla başladığı inancı vardır. Böyle bir yaklaşımda Anadolu'da her şeyin Yunanlılarla başladığı düşüncesi ortaya çıkarılır; onlardan önceki uygarlıklar göz ardı edilir. Halbuki Anadolu'ya yerleşen Yunanlılar, daha önce burada yaşayan insanları assimile etmişler, kendi dillerini onlara verirken, onların kültürlerini Yunanlaştırmışlardır. Örneğin İzmir'de doğmuş bir ozan olan Homeros, Truva Savaşı'nı anlattığı "İlyada”da Hititler'den ve diğer doğu halklarından etkilenmiş; "Odessa”da Sümerli Gılgamış'ı İthekalı Odysseus'a uyarlamıştır. Homeros hiçbir yerde kendisinin Yunanlı olduğundan söz etmez; Yunanlılar için Akalar terimini kullanır. Denizlere egemen olan Yunanların dili, tıpkı günümüz İngilizcesi gibi bir ticaret dili, bilim dili olarak antik dünyaya yayıldığından; bir kısım halk kendi ana dili yanında, yine tıpkı İngilizce gibi, onu da konuşmuş olmalıdır. Bu nedenle göçlerden 500 yıl sonra bile Thales'in baba adı, Hekateios'un kendi adı, Herodot'un amca adı Karya dilindendir. Avrupa merkezli tarihte ataları Karyalı olan bu büyük düşünür ve yazarları Yunanlı olarak tanıtılır; Milet'te o dönemlerde Karca konuşulduğuna hiç değinilmez. İşin ilginç yanı bizim de bunu kabul etmemizdir. Bu kabul Avrupa merkezli resmi tarihin toplumsal belleğimizi nasıl körelttiğinin iyi bir örneğidir. Ancak tarihimizde gerçekleri söyleyenler de vardır. Bunlardan biri Fatih Sultan Mehmet'tir. Montaigne (1533-1592) "Denemeler”inde Fatih'in Papa II. Pius'a yazdığı mektupta "İtalyanların bana düşman olmalarına şaşıyorum. Biz de İtalyanlar gibi Troyalıların soyundanız. Yunanlılardan Hektor'un öcünü almak benim kadar onlara da düşer; onlar ise bana karşı Yunanlıları tutuyorlar” dediğini belirtir [Montaigne. Denemeler (çeviri: S. Eyuboğlu). İstanbul: Cem Yayınevi, 1993: 225]. Bu felsefe doğrultusunda hazırlanan kitapta Anadolu'da çocuk hekimliği alanında eserler vermiş kişiler tanıtılırken, doğdukları ya da yaşadıkları yerin bugünkü adları verilerek dikkat çekmeye çalışılmıştır. Sunulan kitapta 1915 yılından sonra doğanlar çalışma kapsamına alınmamıştır. Bunun en önemli nedenleri bu tarihten sonra doğan hekimlerin bazılarının ya da çok yakınlarının henüz hayatta olmaları ve değerlendirmelerin resmi tarihin tabuların dışına çıkılarak sağlıklı bir şekilde yapılamamasıdır. Bu tarihten sonra doğanların tanıtımları, bizden sonraki nesillerin sorumluluğunda olacaktır. Bu kitap yaşam enerjilerini, ömürlerinin sonuna kadar yaşadığımız topraklarda çocukların sağlığı için harcamış, bugün çoğunun adları unutulmuş meslekdaşlarımızın aziz hatıralarını anmaya adanmıştır. Ölüm insanların alın yazısıdır ve insanların çalışmaları ömürleriyle sınırlıdır. Ancak insan biyolojik olarak öldükten sonra eserleriyle değişik bir anlamda olsa da yaşamaya devam eder. Zamanla önce adı, sonra da eserleri unutulur. Gerçek ölüm tamamen unutulmaktır. Bizler de bugün aramızda bulunmayan, aynı zamanda hemşehrimiz olan meslekdaşlarımızı hatırlayalım ki, anıları canlı kalsın, gönüllerimizde yaşamaya devam etsinler. İnsanın en büyük eseri kendi yaşantısıdır. Sonra yaptıkları, yazdıkları gelir. Bu yolla düşüncelerini, duygularını kendisinden çok sonraları yaşam sıraları gelenlere iletebilir. Güçsüz kalanların ellerinden düşen kitapları, yaptıkları eserleri alıp, onların çalışmalarını sürdürecek, gelecek nesillere aktaracak kişiler her zaman bulunacak; insanlığı aydınlatan ışık yaşıyan eller değişse de taşıdıkları ışık ölümsüz olacaktır. Geçmişten geleceğe uzanan bu yolculukta bazı insanlar taşıdıkları meşale ile yalnız çevrelerindeki insanların değil kendilerinden sonra gelen insanların da yolunu aydınlatırlar. Bu insanlar yaşadıkları yıllarda diğer insanlara ve kendilerinden sonra gelenlere rehber olmuş kişilerdir. Dilerim onların erdemleri rehberimiz, anıları yolumuza ışık olsun. Bundan sonra rehber olacak kişilerin kimler olabileceği konusunda şimdiden bir şey söyleyemeyiz. Yapabileceğimiz öncelikle yolu bulmak, yola çıkmak, yolda olmak, yol almak ve yol olmaktır. Anadolu'da Çocuk Hekimliğinin 12.000 Yıllık Öyküsü, bunu oluşturan kişilerin yaşam öyküleri üzerinden anlatılmaya çalışılmıştır. Bugüne kadar Anadolu'da yetişen çocuk hekimlerinin ya da çocuk hekimliği ile ilişkili kişilerin, yaşamları ve eserleriyle ilgileneceklere bir başlangıç noktası olabileceğine inandığım kitabı değerlendirmenize sunuyorum. Okuyan herkesin aradıklarıyla ilgili bazı şeyler bulabileceğine düşündüğüm bu mütevazi kitabın, tam ve kusursuz olduğunu asla ileri sürmüyorum. Amacım geçmişle aramızdaki perdeyi biraz aralamak, gelecek kuşakların geçmişse yönelik arayışlarına ışık tutmak olmuştur. Ancak bunu yapmaya çalışırken eksikliklerimin ve yanlışlıklarımın olabileceğini biliyorum. Okuyucuların bunları hoşgörüp, düzeltilmeleri için bana yardımcı olacaklarını umut ediyorum. Atalarımızın dediği gibi "İlmin ve olgunluğun en yüksek derecesi hoşgörüdür”. Murat Yurdakök Genişletilmiş İkinci Baskıya Önsöz Kitabın Birinci Baskısı'nın yapıldıktan sonra geçen yaklaşık bir yıllık süre içinde elde edilen yeni bilgiler doğrultusunda genişletilerek hazırlanan, ancak 1923 yılında ve sonrasında doğan hekimlerin alınmadığı "Genişletilmiş İkinci Baskısı”nı değerlendirmenize sunuyorum. Selam, Sevgi ve Saygılarımla, Murat Yurdakök
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat