9786256885554
650040
https://www.sehadetkitap.com/urun/almanya-siyasetine-giris
Almanya Siyasetine Giriş
234.50
Almanya ve Türkiye, temelleri Osmanlı'nın son dönemlerinde atılan köklü bir müttefiklik ilişkisine sahip iki yakın ama farklı devletler. Osmanlı'nın son dönemlerinde başlayan ve Birinci Dünya Savaşı'nda zirve noktasına ulaşan silah arkadaşlığı, iki ülkeyi bugün de birbirlerine yakınlaştıran önemli bir etken. Bu dönemlere dair tarihsel okumalar yaptığımda, iki ülkenin kaderleri sanki ortaklaşmış gibi bir hissiyata kapılıyorum. Öyle ya, Almanya'da I. Wilhelm ile Bismarck ile başlayan kuruluş süreci, Bismarckçı hassas bir dengeye dayalı reelpolitik yaklaşımla başarılar kazansa da, ilerleyen yıllarda Almanya'nın İngiltere ve Fransa ile rekabete girmesiyle büyük altüst oluşlar yaşandı. Osmanlı/Türkiye de, buna benzer şekilde, II. Abdülhamid'in baskıcı ama dış politikada dengeleri gözeten yaklaşımından uzaklaşınca, İttihat ve Terakki döneminde daha maceracı ve sonu mutlu olmayan militarist politikalara yöneldi. Savaşların yaşattığı yıkım ve sonrasında her iki ülkeye dayatılan gaddar barış antlaşmaları ise iki devlet ve toplumu da yeni çalkantılara sürükledi. Türkiye, ne mutlu ki, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk sayesinde, kendisini güvende tutan Misak-ı Milli sınırları içerisinde, daha küçük ama modern bağımsız bir devlet kurmayı başardı ve askeri yayılmacılıktan ziyade modernleşme hedefine odaklandı. Almanya'da ise, dayatılan ağır koşullar ve yenilginin yarattığı toplumsal travma ve gerginlikler, devletin aşırıcı Nazi Partisi'nin eline geçmesine ve Avrupa ve dünyada çok daha büyük yıkımların yaşanmasına yol açtı. Ancak bu dönem yaşanılan aşırılıkların bile ilerleyen süreçte Almanya'nın demokrasi ve insan haklarına bağlılığı anlamında müspet bir etkisinden söz edilebilir. İlerleyen yıllarda (1960'ların başında), Almanya'nın işgücü açığını kapatmak için Türkiye'den çok sayıda göçmen işçi kabul etmesiyle başlayan yeni süreç, iki ülkeyi silah arkadaşlığının da ötesinde, birbirlerini çok iyi tanıyan, bilen ve anlayan iki ortak haline getirdi. Alman teknolojisi ve disiplininin Türk çalışkanlığı ve gücüyle birleştiğinde ortaya çıkan başarılı tabloyu, günümüzde Alman sanayisinin eşi benzeri olmayan yüksek kaliteli ürünleri çok iyi yansıtıyor olsa gerek. Bugün Avrupa'da ve dünyada Almanya'nın yüksek teknoloji ve ekonomideki başarılarından bahsediliyorsa, bunda Almanya'da yaşayan Türk ve Türk asıllıların da kuşkusuz büyük katkıları var. Bu bağlamda, çok sayıda Türk'e ev sahipliği yapması nedeniyle Almanya'nın Türk kültürünü ve siyasetini de en iyi bilen Avrupalı devlet olduğunu düşünüyorum. Elbette Ortadoğu konusunda İngiltere (Birleşik Krallık) ve Fransa gibi ülkelerin bilgi ve etkileri daha üst düzeyde olabilir; ancak konu Türkiye ve Türkler olunca, sanki bu işi en iyi bilen Almanlardır diye düşünüyor ve gözlemliyorum. Bu da gayet doğal; zira on yıllardır birlikte yaşayan iki toplum, hiç şüphesiz, birbirlerinin kültür, manevi hayat ve düşünce-davranış biçimlerinden etkileniyor ve bunları çok iyi öğreniyorlar.
Almanya ve Türkiye, temelleri Osmanlı'nın son dönemlerinde atılan köklü bir müttefiklik ilişkisine sahip iki yakın ama farklı devletler. Osmanlı'nın son dönemlerinde başlayan ve Birinci Dünya Savaşı'nda zirve noktasına ulaşan silah arkadaşlığı, iki ülkeyi bugün de birbirlerine yakınlaştıran önemli bir etken. Bu dönemlere dair tarihsel okumalar yaptığımda, iki ülkenin kaderleri sanki ortaklaşmış gibi bir hissiyata kapılıyorum. Öyle ya, Almanya'da I. Wilhelm ile Bismarck ile başlayan kuruluş süreci, Bismarckçı hassas bir dengeye dayalı reelpolitik yaklaşımla başarılar kazansa da, ilerleyen yıllarda Almanya'nın İngiltere ve Fransa ile rekabete girmesiyle büyük altüst oluşlar yaşandı. Osmanlı/Türkiye de, buna benzer şekilde, II. Abdülhamid'in baskıcı ama dış politikada dengeleri gözeten yaklaşımından uzaklaşınca, İttihat ve Terakki döneminde daha maceracı ve sonu mutlu olmayan militarist politikalara yöneldi. Savaşların yaşattığı yıkım ve sonrasında her iki ülkeye dayatılan gaddar barış antlaşmaları ise iki devlet ve toplumu da yeni çalkantılara sürükledi. Türkiye, ne mutlu ki, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk sayesinde, kendisini güvende tutan Misak-ı Milli sınırları içerisinde, daha küçük ama modern bağımsız bir devlet kurmayı başardı ve askeri yayılmacılıktan ziyade modernleşme hedefine odaklandı. Almanya'da ise, dayatılan ağır koşullar ve yenilginin yarattığı toplumsal travma ve gerginlikler, devletin aşırıcı Nazi Partisi'nin eline geçmesine ve Avrupa ve dünyada çok daha büyük yıkımların yaşanmasına yol açtı. Ancak bu dönem yaşanılan aşırılıkların bile ilerleyen süreçte Almanya'nın demokrasi ve insan haklarına bağlılığı anlamında müspet bir etkisinden söz edilebilir. İlerleyen yıllarda (1960'ların başında), Almanya'nın işgücü açığını kapatmak için Türkiye'den çok sayıda göçmen işçi kabul etmesiyle başlayan yeni süreç, iki ülkeyi silah arkadaşlığının da ötesinde, birbirlerini çok iyi tanıyan, bilen ve anlayan iki ortak haline getirdi. Alman teknolojisi ve disiplininin Türk çalışkanlığı ve gücüyle birleştiğinde ortaya çıkan başarılı tabloyu, günümüzde Alman sanayisinin eşi benzeri olmayan yüksek kaliteli ürünleri çok iyi yansıtıyor olsa gerek. Bugün Avrupa'da ve dünyada Almanya'nın yüksek teknoloji ve ekonomideki başarılarından bahsediliyorsa, bunda Almanya'da yaşayan Türk ve Türk asıllıların da kuşkusuz büyük katkıları var. Bu bağlamda, çok sayıda Türk'e ev sahipliği yapması nedeniyle Almanya'nın Türk kültürünü ve siyasetini de en iyi bilen Avrupalı devlet olduğunu düşünüyorum. Elbette Ortadoğu konusunda İngiltere (Birleşik Krallık) ve Fransa gibi ülkelerin bilgi ve etkileri daha üst düzeyde olabilir; ancak konu Türkiye ve Türkler olunca, sanki bu işi en iyi bilen Almanlardır diye düşünüyor ve gözlemliyorum. Bu da gayet doğal; zira on yıllardır birlikte yaşayan iki toplum, hiç şüphesiz, birbirlerinin kültür, manevi hayat ve düşünce-davranış biçimlerinden etkileniyor ve bunları çok iyi öğreniyorlar.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.