Acıklı Güldürü

Stok Kodu:
9789750409202
Boyut:
150-230-
Sayfa Sayısı:
204
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2022-11-30
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
Kitap Kağıdı
Dili:
Türkçe
%31 indirimli
175,00TL
120,75TL
Havale/EFT ile: 118,34TL
9789750409202
582109
Acıklı Güldürü
Acıklı Güldürü
120.75
Renkli-Türkçe Sine'masal'dan sonra Metin Belgin, bu kez elli bir yıllık tiyatro anılarını Acıklı Güldürü'de anlatıyor. Yine "modern bir meddah"ın kaleminden dile gelen anılar aynı zamanda "tiyatro tarihi"ne de belgesel bir katkı sunuyor. Şimdi bi eve uğrayalım bakalım; peder yine delleniyor, “simide talim edeceksin” diye, arkadaşlarıyla konuşuyor ama onların da kafası karışık, tiyatrocu denince bir vakitler şahitliği bile kabul edilmeyen dalkavuklar akla geliyor, hâlâ çadır tiyatrosu küçümsemesi hâkim memlekette, üstelik aileden birileri köçek yaftasını hemen yapıştırıyor, ne zor zamanlarmış be! (…) 1982 yazında İzmir turnesindeyiz, fuarda açıkhavada Kösem Sultan oynuyoruz, mistır Sipeşıl şimdi isyancıların şahı Gürcü Abdünnebi'ye çıkıyor elinde kılıçla, Kösem'le pazarlık sahnesinde, “Anadolu benim, Rumeli senin!” diye başlayacak ışıklar yandığında, karanlıkta paldır küldür bi ses duyuluyor, ışıklar açılıyor sahnede sadece Kösem var, Özel Aydın dekorun altına düşmüş, sesi duyuluyor inleyerek, “Anam, anam, anam! Anadolu da senin olsun, Rumeli de…” Ağırlığınca Kösem'i taşıyan Arsen Gürzap da dağılıyor tabii, gözünden yaşlar gelirken biri fısıldıyor: “Kapatın ışıkları!” (…) Oyunun ünü öyle yayılıyor ki, komedi izlemeye gelenlere, Meral Oğuz'un babydoll kostümünü dikizlemek isteyen seyirci de ilâve oluyor. Çünkü magazin gasteleri Meral'i manşetlerinde Marilyn Monroe çakması yapıyor, Merlin Meral yani… Yine oyunlardan birinde, mizansen gereği salonun ışıkları yandığında, orta sırada oturan seyircinin ayaklı gemici dürbünü kurduğunu görüyorum. Sanki Hitchcock filminden çıkıp gelmiş 70'lik röntgenci abi, hevesi kursağında kalıyor tabii, perde arasında tiyatro müdürü tarafından dışarı postalanıyor. (…) Bir cumartesi günü matine oynuyoruz, her şey yolunda benim intihara kadar, tabancamın namlusunu yine kalbime dayıyorum, basıyorum tetiğe, “çıt” bir daha basıyorum yine “çıt” Rus ruleti oynamıyoruz, hadi patla! Levend bana bakıyor ben Levend'e, çıt'lar devam ediyor, altıncıdan sonra hızla kulise kaçıyorum, Levend de peşimden… Ne halt edicez, fon perdesinin arkasında seyirci duymasın diye konuşamıyorum, bıçaklama jesti yapıyorum; “Ahh!” nidası çıkıyor ağzımdan, Levend Sofokles habercisi gibi şimdi, geri geri sahneye yürüyor, bir yandan da bağırıyor: “Kendini bıçakladı!” Salondan kahkahalar yükseliyor, oyun tragedyaya dönüyor bir anda, final nasıl bağlanıyor, hatırlamıyorum!
Renkli-Türkçe Sine'masal'dan sonra Metin Belgin, bu kez elli bir yıllık tiyatro anılarını Acıklı Güldürü'de anlatıyor. Yine "modern bir meddah"ın kaleminden dile gelen anılar aynı zamanda "tiyatro tarihi"ne de belgesel bir katkı sunuyor. Şimdi bi eve uğrayalım bakalım; peder yine delleniyor, “simide talim edeceksin” diye, arkadaşlarıyla konuşuyor ama onların da kafası karışık, tiyatrocu denince bir vakitler şahitliği bile kabul edilmeyen dalkavuklar akla geliyor, hâlâ çadır tiyatrosu küçümsemesi hâkim memlekette, üstelik aileden birileri köçek yaftasını hemen yapıştırıyor, ne zor zamanlarmış be! (…) 1982 yazında İzmir turnesindeyiz, fuarda açıkhavada Kösem Sultan oynuyoruz, mistır Sipeşıl şimdi isyancıların şahı Gürcü Abdünnebi'ye çıkıyor elinde kılıçla, Kösem'le pazarlık sahnesinde, “Anadolu benim, Rumeli senin!” diye başlayacak ışıklar yandığında, karanlıkta paldır küldür bi ses duyuluyor, ışıklar açılıyor sahnede sadece Kösem var, Özel Aydın dekorun altına düşmüş, sesi duyuluyor inleyerek, “Anam, anam, anam! Anadolu da senin olsun, Rumeli de…” Ağırlığınca Kösem'i taşıyan Arsen Gürzap da dağılıyor tabii, gözünden yaşlar gelirken biri fısıldıyor: “Kapatın ışıkları!” (…) Oyunun ünü öyle yayılıyor ki, komedi izlemeye gelenlere, Meral Oğuz'un babydoll kostümünü dikizlemek isteyen seyirci de ilâve oluyor. Çünkü magazin gasteleri Meral'i manşetlerinde Marilyn Monroe çakması yapıyor, Merlin Meral yani… Yine oyunlardan birinde, mizansen gereği salonun ışıkları yandığında, orta sırada oturan seyircinin ayaklı gemici dürbünü kurduğunu görüyorum. Sanki Hitchcock filminden çıkıp gelmiş 70'lik röntgenci abi, hevesi kursağında kalıyor tabii, perde arasında tiyatro müdürü tarafından dışarı postalanıyor. (…) Bir cumartesi günü matine oynuyoruz, her şey yolunda benim intihara kadar, tabancamın namlusunu yine kalbime dayıyorum, basıyorum tetiğe, “çıt” bir daha basıyorum yine “çıt” Rus ruleti oynamıyoruz, hadi patla! Levend bana bakıyor ben Levend'e, çıt'lar devam ediyor, altıncıdan sonra hızla kulise kaçıyorum, Levend de peşimden… Ne halt edicez, fon perdesinin arkasında seyirci duymasın diye konuşamıyorum, bıçaklama jesti yapıyorum; “Ahh!” nidası çıkıyor ağzımdan, Levend Sofokles habercisi gibi şimdi, geri geri sahneye yürüyor, bir yandan da bağırıyor: “Kendini bıçakladı!” Salondan kahkahalar yükseliyor, oyun tragedyaya dönüyor bir anda, final nasıl bağlanıyor, hatırlamıyorum!
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat